Din, insanların hayatlarını düzenleyen, neyin yapılıp neyin yapılmayacağının belirlendiği kurallar, ölçüler, fikirler, yasalar, ideolojiler, örfler, adetlerdir. İslam, Allah’ın sınırlarını belirlediği, siyasal, ekonomik, hukuk, eğitim, helal, haram gibi neyin yapılıp neyin yapılmayacağının ölçüsünü koyduğu hükümlerdir. İslam’ın dışında adı ne olursa olsun, kuralları nasıl oluşturulursa oluşturulsun, gerek tamamen insanın hevasından, iradesiyle ortaya koyduğu yasalar olsun, ister içine Cengiz han’ın karıştırıldığı gibi Allah’ın iradesi olan İslam’dan da hükümler alınsın hepsi tek dindir. İçinde İslam da tek hükmün olmadığı demokratik ve laik yasalar olduğu gibi, İslam adına oluşturulmuş nice yapılarda biraz İslam biraz din adamlarının kurallarını belirlediği ölçülerde durum aynıdır.

       İnsanın hayatını düzenleyen kuralların olması kaçınılmaz olduğundan, bunu kendi arzuları doğrultusunda kullanmak isteyen din adına ve siyasi alanlarda niceleri çıkacaktır. Allah’ın hükümleri karşısında kurallar ortaya koyarak yeni bir din oluşturacaklardır. Bu sapmış her toplumun sapma sebebidir. Tam anlaşılamayan durum,  yapılan bu sapma, Allah ile irade yarıştırma savaşıdır. Allah ile hüküm koymada irade yarıştırma, aklı olana, meselenin farkında olana büyük cesaret isteyen bir durumdur. Niceleri siyasi destekler verirken Allah ile iradesini yarıştırdığının farkında değildirler. Oluşturulan bu yasalar, ölçüler, din adına oluşturulan bid’a ve hurafeler savunulur, sevilir, desteklenip yaşanılır. Bu yaşadıkları artık onların dinleri olmuştur. 

       Din, okunan, bilinen değil, yaşadıklarımızdır. Yaşanılmayan teoride kalır. Her dinin kuralları vardır ve bu kurallara göre hayatlarını düzenleyen tabileri vardır. Bunlar aynı amaç, aynı hedef, aynı heyecanla bu kurallara göre tabi olurlar, birbirlerini bu kurallara tabi oldukları için sever, bir arada olurlar. Bu kuralların öğrenilmesi, beraber yaşanması, insanlara anlatılması için mekanlar oluşturulur, programlar düzenlenir. Önce fikirler oluşturulur, sonra bu fikirler gün gelip savunduğunuz sonunda da yaşadıklarınız olur. Bu da din olur. “ Hevasını ilah edineni gördün mü?” ayeti gereği niceleri fikirlerini, görüş ve düşüncelerini değerli görür, onlara göre hayatını düzenleyerek hevasına itaat edip kendini ilah yerine koyar. Hakimiyeti, yani neyin yapılıp yapılmayacağının iradesini kendinde görüp rablik iddia ederler, sonra kendi yasalarına göre yaşayıp itaat ederek kendilerini ilah yerine koymuş olurlar. 

       Allah c.c. yaratan tek Hâlıktır. Yarattıklarının ele geçirip hükmeden, duygu ve düşüncelerine sahip Mâlikidir.Yarattıkları üzerine yasalar belirleyip, çekip çevirerek terbiye eden Rabdir. Yasalarına itaat edilen ilahtır. Rab olarak ortaya koyduğu hükümleri dindir. İlah olarak yapılan itaatler, övgüler ve sevgiler ibadettir. Hak veya batıl her dinin yasa belirleyen rabbi, itaat edilen ilahı vardır. İslam, Allah’ın iradesi olan hükümlerdir. Bu hükümlere inanan mü’min, bu hükümlere göre yaşayanlar ise müslümandır. Mü’min, Allah’a ve onun iradesi olan Kur’an’a güvenip, hayatının her alanını Allah’a ve kitabına teslim edendir. Müslüman ise, güvendiği Allah’a ve onun kitabına göre hayatının her alanını yaşayarak düzenleyendir. Her dinin tabileri, o dinin kardeşleridir. “ Küfür tek millettir.” Yani tek din sahibidir. Aynı dine inananlardır. Bütün insan iradesine dayanan dinler, Allah katında tek dindir. Hepsi de o tek dinin kardeşleridir. Bütün Yahudiler, Hıristiyanlar, Hindu ve Budistler, laikler sosyalistler, faşistler, demokratlar, kapitalistler v.b. aynı dinin mensuplarıdır. 

       Allah katından gönderilen ve her peygambere vahyedilen dinin adı İslam’dır. İslam da kardeş olmanın ölçüsünü, İslam’ın ölçülerini belirleyen Rabbimiz bildirmiş, “ Ancak inananlar kardeştir.” ölçüsüyle sınırlarını belirlemiştir. Ancak inananlar kardeştir, ama niceleri bende inanıyorum der ve kendini mü’minlere kardeş görürler. Mesele, mü’min kimdir? İmanın ve mü’minin ölçüsünü kim belirlemiştir? Her cemaate ve topluluğa göre bir din ölçüsü ve o ölçülere göre inanıp hareket edenler kardeş kabul edilirler. Bu Allah ile irade yarıştırıp, sonra mü’miniz ve müslümanız diyenlerin bir hastalığıdır. Kendilerince Allah’ın dininde nasıl kardeş olunacağını ve kimlerin kardeş olacaklarını belirlerler. Oysa Rabbimiz ancak mü’minler kardeştir buyurur ve her vasfı bildirdiği gibi mü’minlerin de vasıflarını kitabında bildirmiştir. 

       “ Ey İman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir fırkaya itaat ederseniz, sizi imanınızdan sonra kâfir yaparlar.” (Ali İmran/100) İman edenler, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birleyenler, Kur’andan başka ölçü kabul etmeyen, Rasulullah’dan (s.a.s) başka güvenip örnek ve önder kabul etmeyenlerdir. Kitap verilen Yahudi, Hıristiyan ve kendilerini İslam’a nispet edip ehli kitap gibi, gerek dini gerekse siyasi olarak yaşayanlara din adına ve siyasi alanlarda tabi olursanız, sizi imanınızdan sonra küfre sokarlar. Kendi küfür dinlerinde sizi kendilerine kardeş yaparlar. Siz farkında olmadan laik, demokrat, kapitalist olursunuz, o dinleri savunur ve destekler hale gelirsiniz. Önce meyil, sonra savunma, daha sonrada destekleyip yaşayarak devam edersiniz. 

       Mü’min; Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birler, hayatına yasa belirleyip, çekip çeviren ve terbiye eden olarak Rab sadece Allah’ı kabul eder. Onun hükümlerine sadece itaat eder ve yaşar, sadece onu över ve çok severek onu ilah kabul eder. Hayatının tek hâkimi, tek söz sahibi, duygu ve düşüncelerine yön veren tek Malik, hayatını çekip evirerek yöneten tek Melik kabul eder. Sığınılan, yardım istenilen, koruyup gözeten, emredip yöneten tek Veli kabul eder. Güvenerek hayatının her alanını teslim ederek Vekil olarak da sadece Allah’ı kabul eder. Bütün isim ve sıfatlarını böylece Allah’a has kılar. Sonra Allah’ın iradesi olan Kur’an’ı hayatının her alanında tek yasa, tek ölçü, tek sınır belirleyen, tek yaşanılan ölçü olarak güvenip, hayatının her alanını bu hükümlere güvenip teslim eder. Sonra, Rabbimizin size güzel örneklik vardır dediği Rasulullah’ı hayatının her alanında iman, ahlak, toplumsal ilişkiler ve ibadetlerde tek örnek, siyasal alanlarda tek önder olarak güvenip hayatını onun örnekliğine teslim eder. Görmediği ahiret için Rabbinin vahyine güvenip dünya hayatının her alanını ahiret için düzenleyendir. Mü’min sınırlarını Rabbimizin iradesiyle belirlediği kişidir. “ Allah ve Rasulü her hangi bir konuda hüküm verdiği zaman inanan mü’min erkek ve kadınların bu konuda seçme hakkı yoktur. …” (Ahzab/36) Hükmü gereği iradelerini güvenip vahye teslim edenlerdir. Mü’min, hayatın her alanında Allah’a güvenip yaşayandır. Elinden ve dilinden gelenler konusunda kendisine güvenilen, insanları kendisinin Allah’a güvenip teslim olduğu gibi onların da Allah’a güvenmeleri için davet edendir. Bu vasıfta olanlar kardeştirler. 

       Mü’minler içinde niceleri de en doğru, en iyi biziz bakışlarıyla hareket edenler mevcuttur. Dışladıklarınız, yokmuş gibi davrandıklarınız Mü’min iseler kardeşlerinizdir. Mü’minin ölçüsünü ve kardeşlik haklarını da siz belirlemediniz. Herkesin biziz dediği bir yerde biz kim, bizden kasıt kimleri içeriyor. Sizin cemaatte ve sizin hocaya tabi olanlarsa, o bizi iyi düşünün? Yani biziz dediğinizin içinde ben ve biz yoksak, siz o biz dediğinizi bir kez daha Kur’an ve sünnet ölçüsünde düşünün. Her topluluk biz doğruda, hakta olan ve kurtulanlarız demektedir. Yahudiler biziz, Hıristiyanlar biziz, hindusu budisti, şiası, sünnisi, tarikatcısı, particisi, cemaatlısı, cemaatsizi her topluluk doğruda biziz demektedir. Doğruyu ve doğruda olanları kim belirleyecek. Siz kendi payınıza ümmet bilinciyle ve mü’minleri kardeşiniz olduğu bakışıyla hareket edin. “ İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler bunlardır.” (Ali İmran/104) Ayetinin gereğini yapın ve yaşayarak şahid olma vasfını siz ortaya koyun. Elbette her dönemde olduğu gibi Mü’minlere bugünde önderler ve örnekler lazımdır. Fert ve cemaat olarak. “ Mü’min, insanların elinden ve dilinden emniyette olduğu kimsedir.” Hadisi gereği sizin elinizin ortaya koyduklarından güvende olunması gerektiği gibi, dilinizin ortaya koyduğu, gıybet, iftira, yalan, hased, kırıcı sözlerden de güvende olmaları gerekir. Bu iyi mü’min olmaktır. Daha iyi bir mü’min, elinden ve dilinden insanların zarar görmedikleri gibi, elinin ortaya koyduklarından ve dilinin anlattıklarından faydalı olunandır.       

       Mü’minlerin vasfını Rabbimiz ayetlerinde bildirir. “ O iman edenler sözün en güzeline (tevhid kelimesine) hidayet edilmişler ve hak yoluna (İslam dinine) iletilmişlerdir.” ((Hac/24) Sözün en güzeli elbette Allah’ın iradesi olan Ku’anın ayetleridir. Niceleri İslam adına din adamlarını bid’a ve hurafelerini, siyasi liderlerinin sözlerini, fikir adamlarının düşüncelerini kabul eder, onlara göre hayatlarını düzenler ve savunurlar. Sözün güzeli olarak onların sözlerini görür, sözleri üzerine söz ettirtmezler. Sadece Allah’ın kitabına tabi olan hidayete ulaştırılmıştır. Hayatında ölçü olarak yaşadığı Allah’ın kitabıyla da İslam’a iletilmiştir. 

       Yine, “ Onlar, o mü’minlerdir ki, eğer kendilerine iktidar olma imkanı versek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatlarını verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin neticesi Allah’a döner.” (hac/41) İktidar olduklarında namazlarını dosdoğru kılarlar. Namazda itaat ettikleri Rab ve ilah olan Allah’a namaz sonrası da teslimiyetlerine devam ederler. Vergi değil zekat toplar ve bunları emredilen yerlere harcarlar. İslam’ın iyi dediğini yayar, men ettiklerini de yasaklarlar. Bugün bunların tam tersi, bir asırdır İslam toplumunda yapılmakta. İslam’ın yasakladığı her şey mübah kabul edilmekte veya mübahmış gibi davranılmaktadır.    

       “ Rahmanın kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atıp sataştıkları zaman selametle derler.” (Furkan/63) Bugün ellerindeki imkanlarla ve maddi güçlerle kibrinden geçilmeyen niceleri! İmanın tevazusu ve kafirlere karşı vakarlı olma vasfı mü’minlerindir. Cehaletler karşısında selam der geçerler. Ellerinde imkan olmadığından böyle. İmkan varken selam deyip geçmezler. Mü’min, kardeşlerine karşı tevazulu olandır. 

       “ Onlar ki büyük günahlardan ve hayâsızlıklardan kaçınırlar, öfkelendikleri zaman affederler. Rablerinin davetine icabet ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, işlerini aralarında istişareyle yürütürler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler ve saldırıya uğradıkları zaman yardımlaşarak karşı koyarlar.” (Şura/37-39) Büyük günahlardan sakınıp, hayasızlık yapmaz ve öfkelerini mü’minlere karşı yenerler. Öfkelenmeyi unutanlar bunca şirkin içinde suskundurlar. Ama iş mü’minleri eleştiriye ve kızmaya geldiğinde şediddirler. Birbirlerine kardeş olanlar işlerini istişare ederek ve aldıkları kararlara uyarak bir arada olurlar. Kardeşlerine saldırı yapıldığında savunur ve beraber hareket ederler. Ulaşamadıkları yerlerdeki kardeşleriyle dualarıyla yardımlaşırlar. 

       Dinde kardeş olanlar, Allah için birbirlerini severler. “ Benim için birbirlerini sevenler nerede? Gölgemden başka gölge bulunmayan bugün onları ben gölgelendireceğim.” (Müslim) Siz, kıyamet gününün dehşetini ve sıkıntısını düşünün ve Rabbimizin dünyada benim için birbirlerini sevenler nerede dediği zaman, siz bu sözün muhatabı mısınız? Mü’mini kardeş kılıp hareket etmenin sonucu kazanacağınız mükâfatları düşünün. Yine “ Benim için birbirlerini sevenlere peygamber ve şehidlerin gıpta edeceği nurdan minberler vardır.”(Tirmizi) Gıpta edilecek bir amel olan dinde kardeş olup Allah için kardeşini sevme. Bugün gerçekten tam anlaşılmayan ve uyulmayan bir vasıf. 

        Mü’min kardeşlerine dünyalıklar için küsmez ve basit sebeplerle onları terk etmez. “ Birbirinizle alakayı kesmeyiniz, birbirinize küsmeyiniz, birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz, size emrettiği şekilde kardeş olunuz.” (Müslim) Hadis de bildirilen vasıflar sanki bu zamanın mü’minlerine tavsiye edilmemiş gibi davranılır. Veya sadece kendi topluluklarını kardeş bilip, kalanlara buğz eder, küşer, dışlar, gıybet ve hased eder.  

       Mü’min kardeşlerine karşı eksikliklerinde hoşgörülü ve affedici olandır. “ … Öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler, Allah iyilik yapanları sever.” (Ali İmran/134) İnsan kusur yapabilir, öfkeye sebep olacak hatalar da bulunabilir. Allah c.c. mü’minleri kusurlarıyla kulluğa kabul ederken, siz de Mü’minleri hatalarıyla kardeşliğe kabul etmeniz gerekir. Elbette kardeşiniz de hatalarında ısrar etmemelidir. Mü’min örnek ve şahid olarak etrafında zamanın örnekliğini ortaya koyar. Yaptıklarının iyilik olduğunu ve ahirette bir karşılığının olduğunu bilmelidir. Kardeşlerini güler yüzle karşılar ve onlara nasihat eder. “ Kardeşini güler yüzle karşılama iyiliğini bile küçük görme.” (Müslim) Kısacık dünya hayatında her fırsatı ahiret kazanımına çevirip, kardeşe yapılan tebessümün bile karşılığını alma bakışında olandır mü’min. 

       “ Sen hatırlat. Şüphesiz ki hatırlatmak mü’minlere fayda verir.” (Zariyat/55) Hatırlatın, ancak mü’minler kardeştir, kardeşlerin birbirleri üzerinde hakları vardır. Yukarıda bir kısım vasıfları bildirilen mü’minler, birbirlerine bu vasıflarla kardeşlik ortaya koymalıdırlar. Bu vasıfların yayılmasını sağlamalı ve tavsiye etmelidirler. Kardeşliklerin gerçek anlamda unutulduğu ve yapılmadığı bir ortamda mü’minlere hatırlat, hatırlatmak mutlak fayda verecektir. Elbette önce sen yap. Asır suresinde, iman, salih amel ve sonra bunları tavsiye et diye bildirildiği gibi. Yine, “ Kendi için sevdiğini kardeşi içinde sevmeyeniniz (tam) iman etmiş olamaz.”(Buhari-Müslim) Elbette ki gerçek mü’minin bir vasfı. Çok azı hariç, ben batacağıma sen bat, ben var olayım yeter, benim olmadığım yerde kim olursa olsun bakışları. Mü’min, kendi için sevdiği imanı, ilmi, maddi imkanları kardeşi içinde isteyendir. 

       Mü’min, kardeşlerine daima iyilikte ve gerektiği kadar fedakarlıkta bulunur. “ Kişi kardeşine zalimde olsa mazlumda olsa yardım etsin. Zalimse ona engel olsun, bu ona yardımdır. Mazlum ise ona yardım etsin.” (Müslim) Bugün birbirine hakların tam yerine getirilmediği bir ortamda her yapılan veya yapılmayan zulümler vardır. Kardeşinize yapmamanız gerekenleri yapar, yapmanız gereken kardeşlikleri de yapmayarak zulmedersiniz. Birbirlerine elleriyle ve dilleriyle yaptıkları nice zulümlere engel olmak mü’minlerin birbirleri üzerindeki kardeşlik haklarındandır. Yine, mü’minler kardeşleri hakkında gıybet etmez ve onları çekiştirmezler. “ Kimse kimseyi çekiştirmesin. Hangi biriniz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır. Ondan tiksinirsiniz. Allah’dan sakının, Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.” (Hucurat/13) Bugün kıskanma sonucu haset ve biz daha doğruyuz bakışları sonucu kardeşlerini çekiştirip gıybet etme hastalıkları yaygındır. Farkında olmadan mü’minler birbirlerinin arkalarından tiksinilecek bir vasıf olan gıybeti yapmaktadır. 

       Kardeşleriyle münakaşadan rahatsız edici şakalardan sakınıp, vaadinde durmalıdır. Kardeşlerini kendine tercih edecek kadar cömerttir. “ Kardeşinle mücadele etme. Şakada iftira etme ve yerine getiremeyeceğin vadi verme.” (Buhari) Birbirlerine kardeş kılınanların kafir ve müşriklerle uğraşmaktan, onlardan sakınmaktan kardeşleriyle uğraşacak vakit bulamamaları gerekir. Kendilerini ilgilendirmeyen nice meseleleri tartışıp, kalpler kırılır, sonrasında iftiralar ve yalanlar gündeme gelir. Yine, “ Mü’minden başkasını arkadaş edinme. Muttakiler dışında kimse senin yemeğini yemesin.” (Ebu Davut-Tirmizi) Mü’minler kardeştir ve onlardan başkası senin sırdaşın, yardımcın ve arkadaşın olmasın. Mü’minler Kur’na ve sünnete göre hareket eden muttakidir. Bunlarla yiyeceklerini paylaş emredilir. 

       Mü’min, dünyanın neresinde olursa olsun kardeşlerinin gıyabında onlara dua eder. “ Kabul (edilmesi açısından) duaların en süratlisi insanın bir başka birine onun arkasından yaptığı duadır.” (Buhari) Mü’minin en güzel vasıflarından biri, din kardeşinin gıyabında onun işi, ailesi, iman ve İslam üzere kalması, hatalarının affı için dua etmesidir. Bu vasıf gıyabında dua eden mü’min ile Rabbi arasında riyasız bir durumdur. Bu vasıf kardeşlikleri daha da güçlendirir. Mü’minler kardeştir, fakat siz bunu göstermezseniz, gereğini yapmazsanız, sadece bilgi olarak kalır. İslamın emrettiği nice vasıfları hayatlarında birbirlerine gösterenler kardeştir. 

       Bugün dünyada bunca şirkin, küfrün, haram ve zulümlerin yayıldığı bir ortamda, birileri bu şirk ve haram zulumatlarından çıkıp iman edip İslam’a teslim olacak, siz ona sırt çevireceksiniz. Emin olması gereken sizin elinize ve dilinize teslim olacak, ama sizden emin olamayacak. Hatalarını düzeltmek gerekirken elinize geçirdiklerinizle ve dilinize geçirdiğiniz bilgilerle onu dünkü küfrün içine ve cehenneme atma yarışında olacaksınız. İmanın ölçüsünü ve mü’minin sınırlarını Rabbimiz belirlemiştir. Öğrenme aşamasında yapılan hatalar, zaruretlerde meydana gelen ve bazılarının düştüğü durumlara sabredemeyenler, gün gelip aynı durumları yaşadıklarında kendilerine çıkar yollar ararlar. Rabbimiz, “ Seni onların başına bekçi kılmadık” ve “sen zorba değilsin” buyurarak mü’minlere sınır koymuştur. İnsanları zorla mü’min ve müslüman yapamazsın ve herkesi araştırıp gözetleyen bekçi de kılınmadın buyrulur. “Tecessüs yapmayın” yani casus gibi insanların gizliliklerini araştırmayın ki sonra gıybet etmek zorunda kalırsınız. Elbette ki mü’minler de vazifelerini yapacaklar. Basit mazeretlere de sarılmayacaklardır. 

       Rabbimizin size kardeş kıldıklarını siz araştırıp, sorgulayıp dinden çıkartmadan kardeş kabul edip, haklarını ona teslim etmeniz gerekir. Sizi kimin kardeş kıldığını önce bir düşünün. Sonra Rasulullah’ın (s.a.s)ve ashabının nasıl bir kardeşlik oluşturduğuna bir bakın. Bizim bu sertliğimizi, rahat olarak dışlamamızı, kabahat aramamızı Rasulünün örnekliğinde bulun. Mekke dönemine bir bakın, mü’minlerin aralarında en ufak bir tartışma, ihtilaf, kavga, hata arama, dışlama, boş meselelerle tartışma arayın bulun. H.z. Nuh’un dokuz yüz elli yıllık hayatına ve nice şirkin hakim olduğu yerlerde mü’minler arasında bir ihtilaf bulun. Şirkin ve küfrün hakim olduğu, mü’minlerin zayıf kaldıkları ortamlara bir bakın, kardeşliklerinde bir hata ve ihtilaf var mı? Demek ki bazıları yaşadıkları ortamı İslam zannediyorlar veya olmadığının daha farkında değiller ki, Medine de rahata kavuşanlar gibi birbirleriyle uğraşabilecek vakit bulabiliyorlar. Ya da kızıl denizi geçen ve şımaran İsrail oğulları gibi, firavunun yanında dünkü zilletlerini unutmuş haddi aşmışlar. Mekke de müşriklerle uğraşmaktan ve İslam’ı yaşama mücadelesi vermekten kendileriyle uğraşmaya vakit bulamamışlardır. Bizim ne kadar boş vaktimiz var ki, birbirimizle uğraşabiliyoruz. 

       Allah için siz h.z. Lut’u düşünün. Yaklaşık otuz yıl, şirkin içinde ve haramların yayıldığı bir ortamda selam verecek, kardeşim diye sarılacak, beraber Allah’ın ayetlerini okuyup anlamaya çalışacak, beraber namaz kılacak bir tane mü’min erkek bulamamıştır. Sizin bıktığınız, dışladığınız veya farkında olmadığınız bir kardeşi h.z. Lut, daveti boyunca bulamamıştı. H.z. Nuh’u düşünün, dokuz yüz elli sene sonra bir kişiyi daha İslam’a kazansaydı siz onun sevincini düşünün. Roma döneminde H.z. İsa’nın getirdiği İslam’a iman eden ashabı uhdud (mağara arkadaşları) imanları gereği bulundukları makamları, yerleri, ailelerini terk edip kardeşlik örnekliği ortaya koymuşlar. Mekke de bir kişinin daha şirkten İslam’a katıldığındaki sevinçlere bir bakın. Sonra da siz, etrafınıza bir bakın, size kardeş olmuş ne kadar mü’min var. Önce mü’min eşin, çocuğun ve mü’min kardeşlerin olmasına şükredin ve kıymet bilin. Önceki örnekleri tarih diye okursanız, etrafınızdaki mü’minlere bakışınız elbette gereği gibi olmayacaktır. 

       Bir ömür, bir tek ümmeti olmayan, yıllarca davet edipte bir tane mü’min kardeş bulamayan peygamberleri düşünün, etrafınızdaki mü’minlere bakıp Rabbinize şükredin. Size bir kişiyi hidayetiyle doğru yola ulaştırıp kardeş kıldığı için. Mü’min kardeşinize teşekkür edin, Allah’ın iradesine teslim olup mü’min ve Müslüman olarak size kardeş olduğu için. Önce size bir kardeş kılındığı için Rabbinize hamd ve şükredin, sonra kardeşinizin hataları varsa eleştirin. Önce bedeninizdeki verilenlere şükredin, sonra ağrılarına sızlanın, çocuğunuzun olmasına şükredin varsa sıkıntısı eleştirin, kızın. Önce bir şeyin varlığının farkına varıp şükredin, sonra şikâyet edin. Kardeş bulamayan peygamberleri düşünüp, sonra mü’min kardeşlerinizin hatalarına kızın, şikâyet edin. Size bahşedilen kitaba, imana, İslam’a, ilme, takvaya ulaşamayan, bulup anlayamayan nicelerine bakın ve durumunuza şükredin.

        Şirkin hâkim olduğu yerlerde mü’minler arasında ihtilaf, tartışma olmasa da, bugün bu anlaşılmamış ve yapılmamaktadır. Bugünkü ortamda sorun da varsa ayetin emri gereği aralarını bulun. “ Muhakkak ki mü’minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltip barıştırın. Allah’dan korkun ki, merhamet olunasınız.” (Hucurat/10) Bugün İslam toplumuna bakın, gerçekten mü’minler mi? Dinde kardeş olmuşlar mı? Sonra neden zillet içinde, perişan olarak Allah’ın merhametten uzak kaldıklarını düşünün. Kimsenin kimseleri beğenmediği bir ortamda, kim doğru yolda, kim kardeş hukukuna riayet ediyor, ümmetin birliği için çalışıyor, ancak kur’an ve sünnet ölçüsünde adaletli olarak meseleye bakanlar bunları görecektir. Siz vazifenizi yapın ve kardeşliğinizi gösterin, sorun yapmayanın olsun. Ahirette birileri mutlaka kardeşlikleri yapmadığının hesabını verecektir. Hesabı veren siz olmayın. Allah’a karşı bir mazeretimiz olsun, biz vazifemizi yaptık diye.

                                                                                                            Recep Arslan