Yeryüzünde sorumlu kılınan insana, bu sorumluluğunu yerine getirebilmesi için hükümler gereklidir. Her insan da bunu kabul edecektir. Medeni toplumlardan cahil toplumlara, herkese bir ölçü gereklidir. Mesele bu kuralları kimin belirleyeceğidir. Aslında mantıklı düşünülse bu hükümleri belirleme hakkının, var edene ait olduğunu herkes kabul edecektir. Yani yaratan, yarattıkları üzerinde tek hüküm belirleme hakkına, doğal olarak sahibdir. Yeryüzünün sorumluluğu ve bedeninin kullanımı kendisine verilen insan, Allah’ı gereği gibi tanımaması ve unutmasının sonucunda, hüküm koyma hakkını kendinde görmüştür ve bunu diğer insanlara dayatmış veya sevdirerek kabul ettirmiş ve bu hükümleri onlara korutmuştur. 

Rabbimiz insanın unutacağını, bilmeyeceğini ve aldatılacağını bildiği için her topluma yaratıcılığını hatırlatarak, yarattıkları üzerinde hükmedici sadece kendisi olduğunu, “ İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na aittir” ( Araf/54) diye bildirmiştir. İnsan doğal olarak bilir ki bir şeyi inşa eden, meydana getiren onun sahibidir. Sahib olduğu o şey üzerinde kural belirlemeye, nasıl kullanılacağının ölçülerini koymaya hak sahibidir. İnsanoğlu kendi meydana getirdiği şeyler üzerinde kendini hak sahibi görürken, Allah’ın var ettikleri için sahiblenme ve kural koyma hakkını Allah’a vermez veya verme gereği duymaz. Niceleri İslâm adına bu hakkı Allah’a verme gereği duymazlar. 

HÜKÜM KOYMA HAKKI KİME AİTTİR? 

“ Hüküm ancak Allah’a aittir” (Yusuf/40) 

       Allah’u Teala, insanın kendi hayatı için kurallar belirleyeceğini ve belirleyeceği hükümlerin adaletli olmayacağını bildiği için, hüküm koyma işini hiçbir kuluna bırakmamıştır. İnsan, menfaatçi, aceleci ve hırslı olduğu gibi insanların ihtiyaçlarını belirlemede de eksik ve acizdir. Rabbimiz, yarattığı kullarını en iyi bilendir ve onların hiçbir şeyine de muhtaç değildir. Allah’ın (c.c.) hüküm koyma işini insanlara bırakmaması, insana yapılan en iyi lütuftur. Yahudi, Hristiyan, Hindu, Budist, Müslüman, inanan ve inanmayan nice toplumlar ve insanlar, hayatları boyunca nice hükümler belirlemişlerdir. Niceleri bilinçli, niceleri de bilinçsiz hüküm belirlerler, onları yaşar, savunur ve korurlar.. Din adına yapılan nice hüküm belirleme işi, Allah adına yapılmaktadır. Hükmederek helal ve haram ölçüleri belirleyenler, caiz, caiz değildir, küfür, küfür değildir, şirk, şirk değildir gibi nice hükümler belirleyenler olduğu gibi, Allah ile hakimiyet yarışına girme ve onunla irade yarıştırma yapıldığı gibi islam adına yapılan nice haddi aşmalar. Kimin din adına ve siyasi alanda ne hüküm koyduğundan ziyade, hüküm koymanın Allah’ın (c.c.) hangi isim ve sıfatlarının gasp edildiği meselesidir. 

      Ehli kitabın din adamlarının ve onlara tabi olan toplumun düştüğü duruma İslâm toplumu da düşmüş, fakat bunun farkında değildir. Ehli kitab ve benzeri din mensuplarının düştüğü durumun iyi kavranması gereklidir. Rabbimiz, bunu yaklaşık bin civarında ayetler bize bildirmektedir. Buna rağmen İslâm toplumu aynı hatalara düşmüş durumdadır. Mesele bu durumdan nasıl çıkılacağıdır. Hatayı gündeme getirmekten ziyade, çözüm üretmek esastır. Hatalar anlaşılmadığında çözüm üretme ihtiyacı da hissedilmeyecek ve Kur’ân’ın bildirdiği kafir ve müşrik toplumların durumuna düşülecektir. 

       Yine Hz. Yakup, çocukları Mısır’a giderken onlara şöyle tavsiye etti: 

       “ …. Ben Allah’a karşı size her hangi bir fayda sağlayamam. Çünkü hüküm sadece Allah’a aittir. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenlerde O’na tevekkül etsin dedi.” (Yusuf/67)

       Allah’a karşı size bir fayda sağlayamam… Peygamber de olsam, Allah’ın size takdirinin önüne geçemem. O’nun takdiri mutlak gerçekleşecektir. Belirleyeceğim hiçbir ölçü, tedbir, alacağımız hiç bir karar O’nun bize takdirini değiştirmeyecektir. Çünkü hüküm sadece Allah’a aittir. Biz ise sadece o hükümlere itaat eder ve teslim oluruz. Ben O’na tevekkül ettim demiştir. Yani hayatımla ilgili her türlü kararın verilme işini güvenip, sadece Allah’a teslim ederim. Tevekkül, güvenip, hayatıyla ilgili işleri birine teslim etmektir. İman da aslında güvenmektir. Ve Hz. Yakup tevekkül edip, hayatını birine teslim edeceklere tavsiye ederek, güvenen sadece Allah’a güvensin demiştir. Bu tavsiyeyi Rabbimiz de bize yapmaktadır. Bir peygamber ve çocuklarının teslimiyeti, zamanın nice müslümanım diyenlerinde yoktur.  Hüküm koyma işini Allah’a havale etmek gerektiği gibi, bu hükümlere teslim olup Allah’a tevekkül etmek gerekir. Bu da iman ve İslâm’dır. 

       “ Ey zindan arkadaşlarım! Birbirinden ayrı olan çokça rabler mi hayırlıdır, yoksa bir ve Kahhar olan Allah mı?” (Yusuf/39)

       Hz. Yusuf zindan arkadaşlarına, sizin hayatınıza din adına ve siyasî alanlarda kurallar belirleyen nice rableriniz var. Birini memnun etmeye çalışırken diğeri kızıyor, yüz çeviriyor. Birinin yapın dediğini, diğeri yapmayın diyor. Birinin şirk dediğine diğeri değil, helal dediğine diğeri haram diyor. Bir sürü rabler mi hayırlı, yoksa sizi, sizden daha iyi tanıyan, sadece sizin menfaatlenmeniz için kural belirleyen, tek olan Allah mı, demiştir. Bugün insanlara, Allah’ın iradesi mi, insanların iradesi mi deseniz Allah’ın iradesi diyeceklerdir. Neyi yapıp neyi yapmayacağınızın ölçüsünü belirleyen rab, Allah mı olsun, insanlar mı deseniz, yine Allah diyeceklerdir. Hayat programınız Kur’ân mı yoksa laiklik ve demokrasi mi olsun dense çokları Kur’ân diyecektir. Ama uygulamada görünen hiç öyle değildir. Çünkü insanlara böyle bir tercih yaptıkları söylenmemektedir. Kişiler ve kuruluşlar arasında tercih yaptıkları görüntüsü verirler. Oysaki irade ortaya koyan, rablik iddiasında bulunmuş, kabul edenlerde onları rab kabul etmişlerdir. Müslümanım diyen nice kalabalıklar, Allah’dan başka rabler edindiklerinin farkında değildirler. Bu, Rab kavramını bilmemenin bir sonucudur. O da Allah’ı Rab olarak tanıyamamakla sonuçlanacaktır. Ruhlar aleminde niçin Rab sözü verildiği bu noktada çok önemlidir. 

       “ O kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’dır. Önünde ve sonunda (dünyada ve ahirette) övülme O’na aittir. Hüküm yalnız onundur. Siz ancak ona döndürüleceksiniz.” (Kasas/70)

       İnsanlar, kendilerine Allah’dan başka yasa belirleyen, neyi yapıp, neyi yapmayacaklarının ölçüsünü koyan rabler edinirler. Bunların din adına ve siyasî alanlarda belirledikleri kurallara göre hayatlarını düzenlerler. Helal, haram, iman şirk, ticarî ve siyasî kurallar, ceza verme, miras belirleme, giyim kuşam, evlenme boşanma, inanç, ahlak, muamelat ve ibadetlerde nice hükümler… Bunları kim belirliyorsa veya zamana göre, sistemlere uygun hale getiriyorsa, bu rablik ortaya koymadır. İnsan da mutlaka bir kurala göre hayatını düzenleyecektir; bu kural koyma işini ya Allah’a verecek ya da güvendiği insanlara… Kurallarına uyulan da ilâh olur. Kurallarına uyulana güvenilmiş, güvenildiği içinde sevilmiş ve sevilende mutlaka övülecektir. Bunlar da ilâha yapılır. Mü’min ise sadece Allah’a güvenir, güvendiği için O’na itaat eder, sever ve över. İnsanın hayatı için vazgeçilmez kabul ettiği şeyler onun ilâhı olur. İnsan, dönüşün Allah’a olduğunun farkında olmalıdır ve hükmedici Rab ve itaat edilen ilâh sadece Allah kabul edilmelidir. 

        İNSANLAR NEDEN ALLAH’DAN BAŞKA İLÂH VE RAB ARAR?

       İnsan, birine güvenmek, sığınmak, doyurulmak, birinin yardımına, himayesine, koruyup gözetmesine ihtiyaç duyar. Bunu dünya ve ahret için kim vaat ederse, onu, kendisine kural belirleyen, hayatını terbiye edip, çekip çeviren rab edinir. Koyulan kurallara isteyerek ve severek itaat eder, o kural koyanları sever ve överler. Yani onları ilâh yerine koyarlar. Dinden de vazgeçemeyen bu insanlar, Allah’dan başka birçok daha ilâhlar edinirler. Dinin aslı bilinmeyince, Allah (c.c.) isim ve sıfatlarıyla tanınmayınca, yeni rab ve ilâhlar kaçınılmazdır. Bu boş bırakıla alanları, birileri elbette dolduracaktır. İlimsiz olduğunuz her bir alanda, yeni din belirleyenler çıkacaktır.

       “ De ki; şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” (En’am/162)

       Mü’minin Rabbe olan teslimiyetini ortaya koyan güzel bir ayet… Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir. Yani hayatımla ve ahiretimle ilgili meseleleri belirleme hakkı Rab olan Allah’a aittir. “De ki” emrini önce bizim ortaya koymamız gerekir. Daha sonra bu emir, karşıya denilir. Tavsiye ettikleriniz, yapmanız gerekenlerdir. “De ki” emrini, alemlerin Rabbinin dediği unutulmamalıdır. Namazın kuralını belirleyen Rab olan Allah (c.c.) ise, tüm ibadetlerin kurallarını da O belirleyecektir. “Hayatım alemlerin Rabbine aittir” diyen, hayatın içindeki kuralları belirleyen Rab Allah’dır, demek ister. Tüm kainata ve içindeki her şeye kurallar koyan, elbette yarattığı insana da kural koyma hakkına sahibdir. Namazını, ibadetlerini ve ölüm anına kadar tüm hayatının iradesini belirleme işini Allah’a teslim eden, sadece mü’mindir. Tek bir kuralı, din adına ve siyasî alanda bir başkasına veren, şirk koşmuştur. Bugün, din adına ve siyasî alanlarda İslâm diye, İslâm’a uygun diye, hayata yön veren hükümler ortaya çıkarılmaktadır. Sorulsa herkes iyi niyetlerle, Allah rızası için yaptığını söyleyecektir. “Sakın aldatıcılar sizi Allah ile aldatmasın” emri unutulmamalıdır. Şeytan, Hz. Adem ve eşini, sonsuz cennette kalma ve melekler gibi olma vaadiyle kandırmıştır.

       “ De ki; Allah her şeyin Rabbi iken, ondan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı günah, ancak kendi aleyhinedir. Hiçbir günahkar bir başkasının günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz yine Rabbinizedir. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.” (En’am/164)

       Yaptıklarımızın içinde, Rabbimizin yapmayanlara dememizi istediği bir başka bilinmesi gerekenler. Allah (c.c.), her şeyin Rabbi iken, yani tüm kainata yasa belirleyip, çekip çevirirken, O’ndan başka hayatıma kurallar koyacak yeni rab mi arayayım? Din adına ve siyasî alanlarda yeni ölçü belirleyenleri edinenler, kendilerine yeni rabler edinmiş olurlar. Tarih boyunca sapan tüm toplumlar aynı hataları yapmışlar. Zamanın değişmesi, sonucu ve musibeti değiştirmeyecektir. Herkeste yaptığının karşılığını elbette görecektir. Din adına ve siyasî alanlarda kurallar belirleyenler bundan ne kadar sorumlu ise, onları savunup destekleyen ve koruyanlarda aynı suça ortaktırlar. Vesile olan yapan gibidir, hükmü unutulmamalıdır. İnsanın dönüşü, mutlak hükmeden Rablerinedir. Herkes bunu kabul ederken, uygulamada aynı durum gerçekleşmez. Din adına ve siyasi alanlarda kurallar koyanlar, fetvalar belirleyenler ve bunu Allah adına yaptığını söyleyenlerin, bu sözleriyle Allah’ın rızası ve emri doğrultusunda iş yapıp, hakkı gerçekten ortaya koymaya çalışanların aralarında bugünkü bir yığın ihtilaflar vardır. Bugün çözemeyeceğimiz bir çok meseleyi, Rabbimiz, ahrette çözeceğini bildirmektedir. Bu meseleleri bizim hatırlatmamız, bize düşendir kısımdır. Hakem olan sadece Allah (c.c.)’dır. 

        DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ BAKIŞLARDA HİÇBİR DEĞİŞİM YOKTUR

       Ayetlerde ilâh ve rab edinmeyle ilgili Rabbimiz, bunu tarih boyunca yapanların bakışlarını bildirmiştir. Bu bakış, bugünde aynıdır… 

       “ Onlar, kendileri için izzet ve şeref olsun diye Allah’dan başka ilâhlar edindiler.” (Meryem/81)

       Güç, kuvvet, itibar, güven, gündemde kalma, övülme gibi nice sebeplerle, din adına ve siyasî alanlarda kurallar koyanların yanında olmakla, olmayı istemekle ilâhlar edinirler. Veya bu şekilde ilâh edinilmiş olanların, yanında olmak isterler. Bir başka ayette Rabbimiz asıl izzetin Allah’ın Rasulünün ve mü’minlerin yanında olduğunu bildirmiştir. Allah’ın iradesi olan Kur’ân, Rasulullah’ın (s.a.s) örnekliği olan sünnet ve mü’minlerin yolu olan cemaatten ayrılan, yerine başka yollar ve yol arkadaşları edinenler, kendilerine yeni rab, ilâh, önder ve yol arkadaşları edinmişlerdir. Bu, din adına ve siyasî alanlarda gündemde kalma hastalığının ve en iyisi biziz bakışının bir sonucudur. Niceleri de az zahmetle, hem dünyayı, hem de ahreti kazanmak istemelerinin sonucunda, bu hatalara düşmüşlerdir. 

       “ Belki kendilerine yardım edilir diye Allah’dan başka ilâhlar edindiler. Halbuki kendileri ilâhlar için hazır askerler oldukları halde, o putlar onlara yardım edemezler.” (Yasin/74-75)

       Kendilerine yardım edilsin diye ilâhlar edinmeleri, bir başka sebeptir. Mekke müşriklerini müşrik yapan sebep de budur. Allah’dan başka yardım istenilen ise, velidir. Mü’minlerin tek sığınacakları ve emredecek velisi, sadece Allah’dır. İnsanoğlu dünya ve ahiretleri için nice yardım ediciler edinirler. Oysa hüküm koyucu sadece Allah (c.c.)’dır. Ve hükmü de mutlak gerçekleşecektir. O zaman sığınılacak, yardım istenilecek Allah’dan başkası olmamalıdır. Rabbimizin bu ayetinde bildirdiği gibi, tabi olanlar aslında tabi olduklarına yardım eder, korur ve savunurlar. Dinî ve siyasî ilâhlar, toplumun destek ve yardımı olmasa, ilâhlıkları havada kalacaktır. Toplumun övme ve yüceltme desteği olmasa, onların hiçbir güç ve etkileri olmayacaktır. Dünyada birbirlerini koruyup, savunan ve övenler, ahirette birbirlerinin düşmanı olacaklar ve kat kat ceza verilmesini isteyeceklerdir. İnsanların dünya adına sığındıkları şeyler, onları, Allah’dan gelebilecek felaketlerden koruyamayacağı gibi, din adına, ahirette güvence verenlerin kıyamet günü onlara bir yardımı da olamayacaktır.

       “ İyi bilin ki, halis din Allah’ındır. Allah’ın dışında ilâhlar edinenler, biz onlara, ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz derler. … ” (Zümer/3)

       Rabbimiz, sadece din benim belirlediğim demiyor da, halis olan, saf ve değişmemiş olan ve en adaletli din, benim ki buyuruyor. Bir grup onların kuralllarına itaat edip ilâh edindiklerine göre yaşarken, bir grupta bizi Allah’a yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz, yani kurallarına göre yaşıyoruz diyorlar. Bugün her cemaatin itikadî, ahlakî, ibadî ve muamelatla ilgili ölçüleri ve değişmez kuralları vardır. Kendilerinin ve hocalarının belirlediği bu kuralları tartışmaz ve söz ettirtmezler. Allah’ın ayetlerini tartışma konusu yaparlarken, cemaatlerinin ve hocalarının fikirlerini sorgulatmaz ve eleştirisini yaptırmazlar. İşte bu, onları, tam ilâh edinmedir. Ayette bildirildiği gibi, bunu din adına ve iyi niyetlerle yaparlar. Ahirette sevap kazanma umuduyla yaparlar ve savunurlar. Kimse geçmişteki ümmetlerin örneklerine bakarak yapılanları kendi ve cemaati için düşünmez. Görüntüde kimse kötü niyetlerle bir şey yapmıyor. Tıpkı ehli kitap ve benzerleri gibi..!   

       “ Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine şeriat yapan ortakları mı var?….” (Şura/21)

       Demek ki Allah’dan başka, din adına bir ölçü belirleyen ve şeriat koyucu oluyor. Kur’ân’da bulunmayan ve kast olunmayan, örneğimiz olan Rasulullah’ın hayatında yaşanmayan hiçbir şey, din adına olamaz. Gizli gaybi bilgiler, rüyalar, nefsi zorlama tevillerle bir din yaşayan ve bunları sorgulatmayanlar, kendilerine din adına yeni şeriat koyucular belirlemişlerdir. Şirk ve küfür olan nice meseleleri İslâm gibi gösteren, şirk ve küfür olmayan nice meseleleri de şirk ve küfür gösterme gayretinde olan, haramı helal, helalleri de haram gösterme yarışında olanlar, aslında kendilerini dinde şeriat koyucu konumuna sokmuşlardır. Dinde şeriat belirleyen rabdir. Rab olma hakkı sadece yaratan Allah’a aittir… 

       “ İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’dan başkasını ona denkler edinirler. Onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. …” (Bakara/165)

       Allah (c.c.), isim ve sıfatlarıyla gerçekten tanınmayınca yerine bir başkaları geçecektir. Sahip olan Malik, hükmeden rab, itaat edilen ilâh, sığınılıp yardım istenilen veli, güvenip hayatın teslim edildiği vekil edinilerek, Allah’a eşler ve ortaklar edinilir. İnsan tanıdığını sever, sevdiğinin kurallarına tabi olur, tabi olduklarını da över. Farkında olarak veya olmayarak Allah’ı sever gibi, onları severler. Tanımadığınız Allah’ı sevemez, O’ndan korkamaz ve O’na itaat edemezsiniz. Allah’ı tanımadığınız içinde, O’nun yerini niceleri dolduracaktır, siz de bunun farkında olamayacaksınız. Sahabenin, Allah’ın Rasulüne, bu Allah’ın emri mi, senin görüşün mü diye sorduğunu, siz hocanıza, size din adına bir şey söyleyene sormazsanız, yeni rab ve ilâhınız kapıda demektir. 

       “ Heva ve hevesini kendisine ilâh edineni gördün mü? O’na sen mi vekil olacaksın?” (Furkan/43)

       Hüküm koyup rab ve ilâh olan sadece tabi olunanlar değildir. Kişinin kendisi de kendi iradesini aklını, tecrübesini, düşüncesini, fikrini, bencesini irade olarak ortaya koyar. Bu fikrini savunur, korur, kendisini rab yerine koyar. Ortaya koyduğu fikirlerine göre yaşar ve kendini ilâh yerine koyar. Şirk, küfür, helal, haram, caiz, caiz değil gibi nice ölçüler belirleyerek rablik, bunlara itaat ederek de ilâhlık ortaya koymuş olur. Bu da yetmez, bu düşüncelerine başkalarının da uymasını, kabul etmesini ister. Bunun için tartışır, kavgalar eder, bulunduğu yapıları terk eder. Elbette biz bu düşüncede olanlara vekil olamaz, onları savunamayız. Allah’a karşı yapılan haddi aşmalarda, bizim onları savunucu olmamamız istenmiştir. Gerek din adına, gerekse siyasî alanlarda ortaya konulan benceler onları bağlar. İşimiz bunları Kur’ân ve sünnet süzgecinden geçirmektir. Ehil olanlar bunu yapmalıdır ve yapacaklardır da. En yakınlarımızda olsa küfrün savunucularına karşı ve hevasını ilâh edinenlere karşı tavrımız, mü’minlere olan tavırla aynı olmamalıdır.  

       “ De ki; hak Rabbindendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin…” (Kehf/29) 

       Hakkı demesi gereken, hüküm koyucu olmuş. Hüküm vermeden önce bu kimin adına, kimin dini adına yapılıyor ve bunun hesabı nasıl olacaktır? Herkesin kendi iradesiyle, bir başka iradeye tabi olma, onları rab ve ilâh edinme hakkı vardır. Rabbimiz buna müdahil olmamaktadır. Akıl, irade ve vicdan verilen insan, inanç tercihinde dünyada serbest bırakmıştır. Davetçiye de bunu bildirmiştir. “De ki, hak Rabbindendir.” Her ne diyorsak hak olan Kur’ân’a ve onun yaşayan örneği olan Rasulün sünnetine göre olmalıdır. Hakkı ortaya koyan Rab, sadece Allah’dır. Onun belirlediği yasalardan başkası hak olamaz ve hak kabul edilemez. Hakkın içine nice hevalar, benceler karıştırılıp İslâm adına hak diye anlatılmaktadır. Bize düşen Rabbimizin bildirdiği hakkı anlatıp, insanların akletmelerini, yani meseleyi kavramalarını sağlamaktır. Hakkı veya inkarın tercihini onlara iradelerine bırakmalıyız. Allah’ın (c.c.) zorlamadığını, biz, Müslüman olacaksın diye zorlayamayız. Zorlayan, farkında olmadan hidayeti kendinde zannetmektedir. Asıl olan hakkı ortaya koyma işi ve hakkın sadece Rabbimize ait olduğudur. 

       “ Eğer, (Muhammed) kendinden bazı sözler uydurup da, bize isnad etseydi, elbette biz onu kuvvetle yakalardık. Sonra da onun şah damarını koparırdık.” (Hâkka/ 44-46) 

       Rabbimiz, hükmetme işini sadece kendisine ait kılmış ve “hüküm sadece Allah’a aittir” diye emretmiştir. Rasulullah’ın hevasından bir şey ortaya koymayacağını, ona her ne emretmişse, Kendisinin emrettiğini bildirmiştir. Bu işin ne kadar önemli olduğunu, Rasulullah’ın bile hevasından hareket edemeyeceğini bildirerek, buna yeltenenleri uyarmıştır. Peygamberin tehdit edildiği bir nokta da bizim masum olmamız ve Allah’ın gazabından emin olmamız mümkün değildir!.. 

       Rabbimiz, peygamberini dahi tehdit ederek, eğer sen bu dine kendinden bir şey katıp veya eksiltip, sonra da bu dindendir dersen, dinden olmadığı halde dinden diye, kendinden bir şey ortaya koyarsan bunu Allah’a isnad etmiş olursun. O zaman seni gücümüzle yakalar, şah damarını parçalarız tehdidi dün Rasullulaha ve ashabına iken bugün tüm müminleredir . Rabbimiz iradesi olan İslâm’a, dışarıdan din adına bir şeyi ortaya koyan peygamberi dahi olsa tehdit etmektedir. Peygamber olmayanların vay haline! Peygambere yapılan bu tehdidi, dinde nice tahrifatlara rağmen üzerine almayan İslâm toplumunun ve din adına konuşanların vay haline!..   

       “ Bilmediğin şeyin ardına düşme. Şüphesiz ki kulak, göz ve kalp, işte bunların her biri bundan sorumludur.” (İsra/36)

       Rabbimiz, insanın din diye her ortaya konulana tabi olmamasını tavsiye etmiştir. Kendi aklına güvenerek bilmediği, bilemeyeceği ve bilmemesi gereken şeylerin tarih boyunca ardına düşmüş ve nice sapmalara sebep olmuştur. Rabbimiz, insanın menfaati için bilmediğinin ardına düşmemesini tavsiye etmiştir. Çünkü her söylenenin ve yapılanın bir hesabı olacaktır. Yapılan her şeyden göz, kulak ve kalp sorumlu olacaktır. Kulak işitmemesi gerekeni işitir, göz görmemesi gerekeni görür ve kalp bunlardan etkilenir. Sonuçta ise kalbin etkilendiğine itaat edilir, sevilir ve övülür. Bunların elbette ahirette bir karşılığı da vardır. Ayrıca Rabbimiz tecessüs etmeyin, yani casusluk yapmayın diye emreder. İnsanların gizliliklerini araştırmayın, bu sizin vazifeniz değil buyurur. İnsanları, Rableriyle baş başa bırakmak gerekir. Yine Rabbimiz “ Seni onların başına bekçi kılmadık” ve “ seni zorba göndermedik “ buyurarak mü’minlerin hadlerini bilmelerini, Allah’ın sınırlarını geçmemeleri gerektiğini bildirmiştir. İnsanların gizliliklerini araştıran bekçi ve zorla itaat etmelerini sağlayan bir zorba kılınmadık. Niceleri kendilerini dinin bekçisi ve iman ve İslâm olmaları için zorlayıcısı görmektedir. 

       “ Allah’a karşı yalan iftira etmek için dillerinizin nitelendirdiğine göre bu helaldir, bu haramdır demeyin. Şüphesiz ki Allah’a karşı yalan iftira edenler kurtuluşa eremezler.” (Nahl/116)

       Bugün, bileniyle bilmeyeniyle ortalık bu helaldir, bu haramdır diyenlerle doludur. Bunlara Kur’ân’dan ve sünnetten bir delil getirmeyen, kendisini rab yerine koymuştur. Eğitim konusunda, et konusunda, ticarî işlerde, sistemlerle ilgili nice alanlarda hüküm belirleyenlerin buna dikkat etmesi gerekir. Takvalı olmanın gereği olan meseleler, azimeti ve ruhsatı gerektiren nice konularda ehil olmayanlar, din adına ehilmiş gibi hüküm ortaya koymaktadırlar. Bu durum aslında ahirette hesap verecekleri duruma kendilerini farkında olmadan sokmuş olmalarıdır. Kur’ân ve sünnete dayandırmadan ve bu işte ehil olmadan verilen nice fetvalar, içtihatlar, helal, haram, şirk, küfür, veya değil gibi nice meseleleri yapanlar, aslında farkında olmadan kendilerini dinde hüküm koyucu yerine koymuşlardır.  Rabbimiz, bunu yapanlara karşı bu “Allah’a yalan isnad etmektir” diye buyurmuştur. Allah’ın (c.c.) kastetmediği bir şeyi siz İslâm’a mal ederseniz, Allah’a yalan isnat etmiş olursunuz. İslâm adına bir şey ortaya koyan, bunu Allah adına söylediğinin farkında değildir. Bunu yapanların iflah olmadıkları da malumdur. Din adına ve siyasî alanlarda kim Allah’ın kastetmediği, kitabında bildirmediği bir şeyi O’na mal ederse, Allah’a iftira etmiştir ve bunlar iflah olmazlar.   

       “ Onlar hahamlarını, ruhbanlarını ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’dan başka rabler edindiler. Halbuki onlara, ancak bir olan Allah’a kulluk etmeleri emrolunmuştu. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir.” (Tevbe/31) 

       Bir gün Rasulullah (s.a.s.) Tevbe suresi 31. ayeti okudu. Adiyy ibn Hatem (r.a.) Rasulullah’ın yanına gelerek “ Onlara ibadet etmiyorlardı ki” dedi. Rasulullah (s.a.s.) “ Onlar Allah’ın helal kıldığını haram,  haram kıldıklarını helal kıldıkları zaman onlara itaat etmiyorlar mı?”diye sorunca, Adiyy ibn Hatem “ Evet” dedi. Rasulullah “işte böylece onlar, onlara ibadet ediyorlar.” Buyurdu. ( Tirmizi)

       Rabbimiz ehli kitaptan bize örnekler sunarak, bu ümmetinde aynı hatalara düşmemeleri istemiştir. Ehli kitabın din adamlarının dinden diye helal ve haram ortaya koymalarını rab, onlara itaat etmekle de ilâh edindiklerini bildirmiştir. Bugün, bırakın İslâm adına nice helal ve haramlar ortaya koyanları, şirk ve küfrü, iman ve İslâm diye sunanlar veya şirk ve küfür olmayan nice ameli meseleleri de küfür ve şirk diye söyleyip savunanlar, aslında Allah adına hüküm ortaya koyuyorlar. Tevbe  31. ayeti ve Adiy ibn Hatem’in bu olayını hiçbir kişi ve gurup üzerine almamaktadır. Asıl olan Allah’ın belirlediği ve belirlemesi gerekenlerin din adına insanların belirlemesidir.

       Zaruret durumunda Allah (c.c.), birçok şeyi helal kılmıştır. İçki ve domuz eti gibi. İkrahı gündeme getirerek Rabbimiz, kullarına taşıyamayacakları yükleri yüklemezken, dini kendi tekelinde görenler, bu zorlamayı yapmaktadırlar. Rabbimiz, zorlanan müstesna derken, niceleri sadece azimet lazım der. Üst takva sınırı ister. İkrahı kendi gücüne göre değerlendirir. Sonuçta da nice problemler ortaya çıkmaktadır. Herkes sınırlarını bilse ve yerine getirse problem kalmayacaktır. Asıl mesele din adına konuşanın, Allah adına konuştuğunun farkında olmasıdır. Bu bize her önüne geleni konuşmamamız, herkesin işine karışmamamız, akıl, irade ve vicdanıyla insanları baş başa bırakmamız gerektiğini gösterir. 

       Bu dinin sahibi Rabbimizdir. Nasıl mü’min ve Müslüman olunacağını ve nasıl kafir ve müşrik olunacağını O belirlemiştir. Bize düşen iman edip, amel ederek Müslüman olmaktır. İman bir şeyi kabul edip güvenmeniz, İslâm ise güvendiğinize itaat etmenizdir. Dinin sahibiymiş gibi davranmak mü’mine yakışan bir davranış değildir. Allah’ın dinini kimse O’ndan daha iyi bilme, savunma ve koruma hakkına sahip değildir. Mü’mine düşen güvenip, itaat etmektir. Dünya insanının ve bu toplumun, örnek ve şahit olacak mü’min ve Müslümanlara ihtiyaçları vardır. “Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız.” ayetini mü’minlerin gündemlerinden düşürmemeleri gerekmektedir…