İman; söylenen bir sözü kabul etmek, tasdik etmek ve doğrulamak, güvenmektir. Birinin söylediğini tasdik, gönülden bağlanıp güvenmektir. İman; güvenmek, güven vermek, güvene davet etmektir ve gönülden inanmaktır. İman, bir dine ve inanca ve yaşam tarzına gönülden bağlanmaktır. 

       İman aslen kalben güvenip, tasdik etmek ve kabullenmektir. Bu Allah katında belli ve geçerlidir. Dil ile güvendiğini, tasdik ettiğini ve doğruladığını söylemesi ve amellerle de bunu yaşayarak göstermesi ise insanların bilmesi içindir. Münafıklar, insanlar onların tasdik edip güvendiğini zannetsinler diye inandık derler ve kalben inanmadıkları, Allah’a güvenip hakkı tasdik etmedikleri için kâfir olmuşlardır. Küfürlerinin üzerini haktan gibi gözükerek insanları aldatmaktadırlar. 

       İman, karşısına tesir eden bir kavramdır. İnanç bir kalbe yerleşti mi, orayı ele geçirir ve kişiyi harekete geçirir. İman inanç olarak bir kalbe yerleşti mi, dil hakkı söyler, hâkimiyetin Allah’a ait olduğunu haykırır ve Ameller sadece hakka itaat eder. Hak ile batıl birbirine karışmış olan bir kalpten de söz ve amel olarak bazen hak, bazen de batıl söz ve ameller çıkar. Şirk ve küfrün ele geçirdiği, batılın etkili olduğu kalplerden dışarıya batıl ve batılı savunma çıkacaktır. Dil hâkimiyeti Allah adına değil de insan adına savunacak ve azalarda batıl adına hareket edecektir. Bundan dolayı nasıl bilgi edinildiği ve kimlerden alındığı bu noktada önemlidir. Elbette ki Rasulullah’ın buyurduğu gibi “ilim mü’minin yitiğidir. Nerede bulsa alır.” Fakat doğru yerden ve kişilerden olmak kaydıyla! Din adına herkesin haktan diye konuştuğu ve yazdığı bir yerde doğru bilgi önemlidir.  Çünkü bilgi sizi dünya ve ahiret hayatınızı düzenleyecektir. İman edelim, kurtuluşa erelim derken, haktayız diye sapan dünya insanı ve İslam toplumunun ne denli doğru bilgiye, doğruya davet edene ve yaşayarak şahidliğini yapan insanlara ihtiyaç duydukları açık bir gerçektir. 

       İman güvendir, güvene davettir. Her inanç sahibi kendi inandıkları gibi güven içinde yaşamaya davet ederler. Bu yola güvenin ve cennetlik olun derler. Yahudi, Hıristiyan ve İslam toplumunun her yapısı kendileri gibi inanmaya davet ederler. Bize güvenin kurtuluş bizde ve bizim inandığımızda derler. Bana güvenin hakta olun ve ahrette şefaat edeceğim derler. Dünyanın bunca zulüm ve zillet içinde olması güvende olmadıklarının bir sonucu güveni Allah’a değil de, siyasilere ve din adamlarına yapmalarındandır. 

       “Asra yemin olsun ki, şüphesiz insan mutlak hüsrandadır. Ancak iman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Asır/1-3)

       İman, kişinin sonsuz ahretini ilgilendirirken ve belirlerken insanlar bunun farkında olmadıkları gibi bilme değişme çabaları da çok azdır. Dünyada rızıkları belirlenmiş olan insan sadece çabayla rızkına ulaşır. Ahiret ise kişinin kazandıkları kadardır. Oysa insanlar ahretlerini garanti görürler ve az çabayla ulaşacakların inanırlar, dünya nimetini ise çalıştıkları kadar zannederler. Buda onları alabildiğine dünya için koşturmaya sevk eder. Din adına ortalıkta koşanlar ne adar şirk ve küfür işleseler de iman üzere oldukları bakışı verirler. Oysa Rabbimiz asır suresinde yeminle bildirir ki, dört vasfı hayatında yerine getirenler ancak kurtulmuşlardır. Kurtuluşun ilk unsuru iman etmektir. Allah’a, kitabına ve peygamberine ve diğer iman esaslarına imandır. Allah’a iman, O’nun isim ve sıfatlarını tasdik edip, kabul etmek ve hayatın tüm alanlarında güvenmektir. Güvenip hayatlarının tüm alanlarında kitaba göre yaşamaktır. Güvenip örnek kıldığı Rasulü hayatın tüm alanlarında şahid ve örnek olarak kabul etmek ve yaşamaktır. İman Allah’a kitabına ve Rasulüne güvenip onlara itaat etmek ve yaşamaktır. Hayatına hükmetme, yani hâkimiyeti ve yönetmeyi Allah’a verenler O’na güvenenlerdir. Laiklik ve demokrasi gibi insan ürünü yasalar yerine Allah’ın yasası olan Kur’an’a Güvenip yaşayan ve destekleyenler Kur’an’a güvenenlerdir. Siyasi ve din adına hayatına örnek ve önder olan Rasulü alanlar onun örnek ve önderliğine güvenenlerdir. Bunu hayatının tüm Allanlarında yaptıktan sonra şirk, küfür, riya, haset, kibir gibi nice hasletlerden arındırılmış Salih ameller işleyen, sonra da hayatında uyguladığı iman ve Salih amelleri bir başkasına tavsiye eden ve sabırla mücadele edip birde bunu sabırla tavsiye edenler ancak kurtuluşu hak edenlerdir.  Kurtuluşun ilk maddesi olan iman tam olmaz ise diğer vasıfların bir hükmü kalmaz. İman edenlerde bozulmaya sabrın bitmesinden, ardından nasihat ve tavsiyelerin terkinden devam eder. Sonra da Salih ameller normal amellere dönüşür. Ardından iman zayıflar ve dün şirk ve küfür dediğine dememeye, yumuşatmaya, temize çıkartmaya ve ardından savunup desteklemeye kadar iş gider. Savundukları dinleri, amelleri haline gelir. Hevalar din ve itaatle ilah olur. 

       “Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, Rabbinize iman edin diye imana davet eden bir davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Bizin için günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört. Bizi iyilikte bulunanlarla beraber vefat ettir.” (Ali İmran/193)

       Yeryüzüne geliş amacının farkında olan, halifelik vazifesini emredip yöneten Rabbinin emri doğrultusunda yapma gayretinde olan mü’minler bu davete kulak kabartır ve dinler. Ruhlar âleminde verdikleri Rab sözünün gereğini yerine getirme çabasında olanlar Rablerinin hükmü olan Kur’an’ı dinlerler. Bu sözün âlemlerin Rabbinin emri, tavsiyesi, tehdidi ve sonsuz cenneti kazandıran nimet olduğunu bilir ve ciddiye alır. Rablerinin davetini ve o daveti hatırlatan davetçiyi ciddiye alır ve dinleyip itaat edenler mü’min olanlardır.

       İman ettim deyip de dünya ve âhiret hayatları için sadece Rablerine güvenenler mü’minlerdir. Ayetin bildirdiği sözü de onlar söylerler. Rabbimiz, şüphesiz ki biz, hayatınıza hükmedip yöneten ve terbiye eden, hayatınızın her alanını düzenleyecek yasaları gönderen Rabbinize iman edin diyen bir davetçiyi işitip ve güvendik. Yani hayatınız için hükmeden ve yöneten Rab olarak Allah’a güvenin, O’nu vekil kılın diyen bir davetçiyi işittik ve güvenip itaat ederek inandık diyen dünkü sahabe gibi, bizde iman ettik ve tasdik edip güvendik.  Bize de hakkı hatırlatan, sadece Rabbe itaat edin diyen her davetçiyi işittik ve hemen kabul edip güvenerek itaat ettik ve ediyoruz. Allah’dan başka güvenilecek siyasi ve din adına hiçbir vekil kabul etmiyoruz. Sahabe gibi bizde güvenerek itaat ettiğimiz Rabbimizden günahlarımız için bağışlanma ve kötülüklerimizi örtmesini istiyoruz. Sadece Allah’a güvenip iman eden iyilikte bulunan ve öyle yaşayarak vefat edenlerle vefat etmeyi ve sonsuz cennette arkadaş olmayı istiyoruz. Bağışlanma ve iyilerle beraber olmanın ölçüsü, Rabbe güvenip O’nun hükmünü hatırlatanlara kulak verme ve itaatten geçer. 

       “(Ey Muhammed) Eğer kullarım Beni sana sorarlarsa şüphesiz ki Ben, çok yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasına icabet ederim. O halde benim davetimi kabul etsinler ve Bana iman etsinler ki, doğru yolu bulmuş olsunlar.” (Bakara/186)

       Tarih boyunca insanlar yaratanlarını göremediklerinden, görüp, ulaşabilecekleri ve Allah’a yakınlaşacakları aracılar edinmeye çalışmışlardır. Bu o kadar ileriye gitmiştir ki, asıl dinin önüne geçmiştir. Bugün İslam adına Allah ile araya aracılar belirleyip O’na ulaşmaya çalışma, istediklerine ulaşmaya çalışılmaktadır. Oysa Rabbimiz ayetinde apaçık meseleyi bildirirken, İslam adına diye geçmişin hatalarına devam etmek, İslam gibi göstermek işi zorlamaktır. Rabbimiz, kullarım beni sana sorarlarsa, yani uzak mı, yakın mı, bizi işitir mi, hemen karşılık verir mi soruları karşısında, Ben onlara çok yakınım. Dua ettikleri zaman dualarına hemen icabet ederim, karşılık veririm buyurmaktadır. Yani Aracılar belirlemenize, vesileler kılmanıza gerek yok, şah damarınızdan size daha yakınım buyurmaktadır. Kişi ile kalbi arasındayım buyurarak, kişiye kendisinden daha yakın olduğu ayetle bildirilerek aracılara ihtiyaç duyup da sömürülmeyin, aldatılmayı ve kullanılıp da amellerinizi ve âhiretinizi perişan etmeyin buyrulur. 

       Rabbimiz benden isteyenlerin dualarına icabet ederim buyurmaktadır. İslam toplumunun bir asırdır haline bakın ve dualarının kabul edilmediğini görün. Sadece kendisine aracısız dua etmelerini istediği kullarından sadece kendi daveti olan Kur’an’ı kabul etmelerini ve itaat etmelerini istemektedir. Bana iman edin, sadece hayatınız için bana güvenin, sadece benim hükmümü tasdik edip, kabul edin ki, doğru yolu bulmuş olasınız emreder. İslam toplumunun şirk, küfür, haram, bid’a, hurafe, riya, hased, kibir gibi düştükleri hatalara bakın ve ne kadar hidayetten uzak olduklarını görün. Âhiret için değil de sadece dünyalıklar için koşan toplumlar gibi İslam toplumu da aynı amaç için koşmakta ve onlar gibi sapma da kaçınılmazdır.  

       “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan idarecilere de. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, aranızda bir şeyde antlaşmazlığa düşerseniz onun hükmünü Allah’a ve Peygambere havale edin. Bu daha hayırlı ve netice bakımından da daha güzeldir.” (Nisa/59)

      Ey iman edenler! Yani ey Allah’ı isim ve sıfatlarıyla güvenip tasdik edenler, sadece Allah’ın hükmünü kabul edip kitabına göre yaşayarak itaat edenler. Hayatlarının siyasi, hukuki, eğitim, ticaret ve benzeri nice alanlarda nasıl hükmetmişse öyle itaat eden, ey iman eden mü’minler. Allah’a itaat edin. Hâkimiyeti sadece O’na verin ve emrettiği hükme içinizde hiçbir kuşku duymadan, güvenerek ve doğrulayarak itaat edin. Sonra Rasul Allah’ın isim ve sıfatlarına ve kitabına güvenip nasıl itaat etmişse, nasıl bir örneklik ve şâhidlik ortaya koymuşsa öyle Rasule itaat edin. Sizin gibi Allah’a ve Rasulüne hayatın tüm alanlarında güvenip hâkimiyet hakkı veren ve itaat eden idarecilere itaat edin. Ayet Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin emreder. İdarecilere itaat edin denmez de, Allah’a ve Rasule itaat eden idarecilere itaat edin emreder. Allah’a itaat, Rasule itaat edin geçer, idarecilere itaat geçmez. İdarecilere şartlı itaat istenir. Şart da Allah’a ve Rasule güvenip, Allah’ın hükmü, Rasulün örnekliğine itaat eden idarecilerdir.   

       Eğer Allah’a güvenip iman etmişseniz ve hayatınızın ahrette bir hesabı ve karşılığının olduğuna güvenip inanmışsanız, bir sorunla karşılaşırsanız, problemleriniz olursa, sence, bence derseniz, o meselede tartışmayın, o meselenizin hükmünü güvendiğiniz Allah’a ve Rasulüne götürün. Yani Kur’an’a ve sünnete göre o meselenizi halledin. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inandık diyorsanız. Allah’a, Kitabına ve Rasulünün örnekliğine güveniniz yoksa âhiret hesabı gibi bir gündeminiz yoksa sorununuzun nerede ve kimlerle çözdüğünüzün bir önemi yoktur. Sorunlarınızı sizin hevânız,  siyasilerin ve din adamlarının yasaları, hevâları, görüşleri, fikirleri çözüyorsa bu ayet size hitap etmemektedir. Allah’a ve âhiret gününe inananlar için ayet tavsiye eder. Sorunlarınızı Kur’an ve sünnete göre çözerseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve netice bakımından daha güzeldir. Dünya ve âhiret noktasında daha hayırlı ve güzeldir. Allah’ın hükmü Rasulün örnekliğine güvenen mü’min, insan hevâsına ve fikirlerine güvenenler İslam’ın dışındadırlar. Güven Allah’a ise hayır vardır, yoksa hayırda yoktur. Dünya insanına bakın, Allah’ın kitabına ve Rasulünün örnekliğine göre bir hayat yaşamadıklarında dolayı zillet ve sapmanın içinde hayırsız haldedirler. Hayrı da insan yasalarında, din adına uydurduklarında aramaktadırlar.  

       “Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki antlaşmazlıklarında seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa/65)

       Rabbimiz kendi adına yemin ederek onlar iman etmiş olmazlar buyurmaktadır. Onlar aralarında iman, ahlak, ibadet, siyasi, ekonomik ve toplumsal ilişkilerde sorun yaşarlar, antlaşmazlıklar meydana gelir, sonra bu sorunlarını Kur’an’a ve sünnete götürürler. Dinin bu konudaki hükmünü öğrenirler, sonra da İslam’ın dışındaki hükümlerle, insan hevâlarıyla sorunlarını çözerler. İçlerinde hiçbir sıkıntı duymadan Kur’an ve sünnet neyi bildirmişse itaat etmedikçe iman etmiş değildirler. Çünkü iman güvenmektir, güvendiğini doğrulayıp, içinde tereddüt geçirmeden itaat etmektir. Sadık olmak inandım denilenlere içinden hiçbir tereddüt etmeksizin, güvenerek itaat etmektir. Mü’min, Allah’a, kitabına ve örnek Rasulüne güvenendir. Güvendiğini doğrulayıp itaat edendir. Yaşanılan hükme güvenilmiş, yaşanılmayana ise güvenilmemiştir. İnsanlar Kur’an’ı okurlar, kitabımız ve inanıyoruz derler, fakat güvenip anayasa yapmazlar ve hayatlarının tüm alanlarına sokmazlar. İman, itaat edilenedir. Çünkü itaat edilene güvenilmiştir.   

       “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz ki o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” (Nisa/136)

       Ey iman edenler, iman edin. Allah’a isim ve sıfatlarında güvenin ve itaat edin. O’nun peygamberine güvenerek örnek ve önder kabul edin. Hayatı programlayan kitaba güvenin ve yerine hüküm koymaya kalkmayın. Ey iman edenler, inandık ve güvendik, doğruluyoruz, kabul ediyoruz iddiasında değil de, gerçekten güvenen, tasdik edip doğrulayanlar olun. Güvendik ve inandık dediğiniz kitabı hayatınızın tüm alanlarına sokun. Rabbin hükmü olan kitabın yerine hükmetme yarışı yapmayın. Hükmetme yarışında olanları desteklemeyin, savunmayın, koruyup gözetmeyin, temize çıkartmaya çalışmayın. Tuğyan edip haddi aşanları masum göstermeye kalkmayın.  

       Kim Allah’a güvenmezse, Peygamberine ve kitabına güvenmezse, doğrulayıp tasdik etmezse, daha önce indirdiği kitaplara inanıp da Kur’an’a aynı muameleyi yapanlar. Eski kitaplara inandık deyip de amel etmedikleri gibi Kur’an da inandım deyip amel etmezler. İnandık dedikleri kitaba güvenip hayatlarına sokmazlar. Meleklere inandık deyip de yokmuş, her yapılanı kayda almazlar gibi yaşarlar. Dünyaya aşırı bağlanıp ölmeyecekler gibi yaşarlar ve ahrette hesap vermeyecek gibi inanırlar ve yaşarlar. Ahrette vaad edilen cennete değil de gördükleri dünya nimetlerine güvenip peşinden koşarlar. Bunları Rabbimiz, doğruya ulaşamayacak ve kabul etmeyecek kadar uzak bir sapıklıkla sapmışlardır buyurur.  Bu zümreler kim denirse, kimsenin biziz veya olabiliriz dediği yoktur. 

       “Şüphesiz ki iman edip sonra inkâr edenler, sonra iman edip tekrar inkâr edenler, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya, Allah onları affedecek de değildir, doğru yola iletecek de değildir.” (Nisa/137)

       İnandık, inancımız bize yeter, inandığımız bu yolla kurtuluruz diyenler yarınlarından emin, kesin kurtulduk bakışında şeytanın vesvesesi yokmuş gibi davrananlardır. Allah’a kitabına ve Rasulüne güvendikten sonra, bu güveni, tasdiki zedeleyecek davranışlarda bulunurlar. Sonra tekrar imanın güvenine girerler, tekrar çıkarlar. Dün şirk ve küfür dediklerini bugün demeyen, savunan, destekleyenler iman ve şirk arasında gidip gelenlerdir. Şirki, küfrü oluşturan, koruyan, destekleyen, İslam gösterme çabasında olan, vacip görenler inkârlarında ileri gitmişlerdir. Hakkın üstünü örtüp küfreden, Allah’ın hakkını başkalarına da verenlerden daha fazla onları savunup, temize çıkartmaya çalışanlar onları ve yaptıkları sapmalarını İslam’dan göstermeye çalışırlar. Oysa tuğyan edip haddi aşan, tağut olan ve destekleyenlerin böyle bir dertleri de yoktur. Rabbimiz iman ve küfür arasında gidip gelenleri affetmeyeceğini ve doğru yola iletmeyeceğini bildirmiştir. Çünkü onların kendileri yaptıklarını doğru kabul ettiklerinde değişmek istemeyeceklerdir. Onlar af istemez ve hidayet aramazlar. Çünkü af istenilecek hata yapmadıklarını ve hidayette olduklarını savunmaktadırlar. 

       “İman edip Salih amel işleyenlere gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecek ve lutfundan daha da artıracaktır. ..” (Nisa/173)

       Allah’a itaat ederek isim ve sıfatlarında güvenenler, doğrulayıp tasdik edenler mü’minlerdir. Hâkimiyeti güvendikleri Allah’a veren ve itaat edenler mü’minlerdir. Bunların işledikleri her amel, hayatlarında Allah’ın kendilerini gördüğü düşüncesiyle ihsan halinde ve ihlas ile samimi yaptıkları amelleri Salih amellerdir. İçinde şirk, küfür, haram, riya, haset, kibir olamayan her fiil itaat, ibadet ve ameldir. Allah’a isim ve sıfatlarıyla güvendiği gibi, hükmü olan kitaba da güvenen, kitabının şahid ve örnekliğini yaşayarak gösteren Rasule güvenen ve güvendiklerine hayatın tüm alanlarında gerektiği gibi itaat edenler Salih ameller işleyenlerdir. Bunların yaptıklarının karşılığı olan sonsuz cennet mükâfatlarını Rabbimiz eksiksiz vereceği gibi, sonsuz ve sınırsız lutfuyla mükâfatlarını kat kat artıracaktır. Yapılanlara sonsuz mükâfat vermek, zaten kat kat vermektir, Çünkü kulun yaptığı hiçbir amelin sonsuz karşılığı olamaz.  

       “Peygamber sizi Rabbinize iman etmeye davet ederken size ne oluyor da Allah’a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki Allah, (Ruhlar âleminde) sizden sağlam sözünü almıştı. Eğer iman ederseniz (bu davete uyun).” (Hadid/8)

       Peygamber sizi hüküm koymada ve yönetmede Rab olan Allah’a güvenip itaat etmeye davet ederken, size ne oluyor, hala hâkimiyeti Rab olarak Allah’a güvenerek vermiyorsunuz. Ruhlar âleminde kabul edip şahid olduğunuz ve ahrette hesabı sorulacak olan Rabliği neden Allah’a vermiyorsunuz. Peygamber ve her davetçi Rabbinize iman edin, kabul ettik tasdik ettik dediğiniz Rabbe güvenip neden iman etmeye yanaşmıyorsunuz. Allah’a iman, O’nun hükmedip yöneten Rab oluşuna güvenmektir. Kabul ettiğiniz Allah’a Rab olarak güvenin emredilir. Tabi Rabbin ne olduğu biliniyorsa!  İnsanlara Rab ve ilahın kim ve ne olduğu bildirilecek ki, hata yaptıkları anlaşılsın. Kelime ve kavramların içi boşaltılmıştır. Tüm Rasuller rab ve ilahı toplumlarına hatırlatmışlar anlamalarını sağlamışlardır. Rabbe iman etmeye davet etmek demek, Rabbin ne olduğunu anlatmak demektir. Çünkü ruhlar âleminde Rabbe itaat sözü verilmiştir. Rabbi sadece kabul değil, güvenip itaat sözü verilmiştir. 

       “Ey İman edenler! Sizi can yakıcı azaptan kurtaracak bir ticareti göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine iman edersiniz ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff/10-11)

       Ey iman edenler. İman edilmesi gerekenleri kabul edip, tasdik ederek güvenen ve gereğini yerine getirerek itaat edenler. İşte bunlara Rabbimiz sizi can yakıcı olan cehennem azabından kurtaracak bir ticareti göstereyim mi buyurmaktadır. İnananları Rabbimiz başka ayetinde onların mal ve canlarını cennet karşılığı satın aldığını bildirmiştir. Bu bir ticarettir. Cennet karşılığı dünyalıları onu verene satmak! Elbette her iman eden, her Allah’a güvenen mü’min sözü, buyur ya Rabbi demesidir. Sonsuz cenneti kazanmanın ölçüsü, kazançlı ticaret, Allah’a isim ve sıfatlarında güvenmek, itaat etmek, Rasulün örnekliğine güvenmek ve itaat etmektir. Yani Kur’an’a ve sünnete güvenip hayatını gönülden razı olarak Rabbe teslim etmektir. Sonra bunlar Rablerinin takdir ettiği mallarıyla ve karşılıksız verdiği canlarıyla O’nun yolunda mücadele etmektir. Rabbimiz, eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yani sizin için hayırlıdır. Allah’a ve Rasulünü tasdik edip güvenerek itaat etmeniz ve O’nun yolunda mücadele etmeniz sizin hayrınızadır buyrulur. Allah için diyen kendisi için yapar. Allah’ın emri doğrultusunda kendi için yapmaktır. Çünkü hayra muhtaç olan insandır.  Bunun da farkında olmalıdır. 

       “Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse şüphesiz ki, hidayete ermiş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse muhakkak ki onlar ancak bir ayrılık içindedirler. Onlara karşı Allah sana yeter. O, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi bilendir.” (Bakara/137) 

       Aslında ayetin bildirdiğini her inanç sahibi söylemektedir. Yahudi, Hıristiyanlardan tutun İslam toplumunda şiâsı, ehlisünneti ve her cemaat aynı iddiada bulunmaktadırlar. Oysa Rabbimiz, eğer onlar da sizin iman ettiğiz gibi iman ederlerse, şüphesiz ki, hidayete, doğru yola ermiş olurlar. Sizin inandığınız gibi, yani sizin gibi Allah’ı isim ve sıfatlarıyla bilip birlerse, güvenip hayatını Allah’a, kitabına ve peygamberine güvenip teslim ederse inanmış ve doğru yolda olmuş olurlar. Sizin gibi hâkimiyeti sadece hayatın tüm alanlarında Allah’a verirse O’nu Rab kabul etmiş ve iman etmiş olur. Güvenip Allah’a yönelirse O’nu vekil kılış ve iman etmiş olur.  Sizin gibi Kur’an’ı anayasa yapar ve Rasulullah’ı tek örnek ve önder kabul edip itaat ederlerse iman etmiş ve teslim olan Müslim olmuşlardır. 

       Eğer bundan yüz çevirirlerse, hüküm koymayı Allah’a değil de kendilerine verirlerse, Kur’an yerine kendi yasalarına güvenip yaşarlarsa, peygamberi değil de kendi siyasi ve dini lider ve önderlerine itaat ederlerse, onlar haktan uzak ayrılık içindedirler. Onların bu ayrılıklarına karşı güvenip vekil olarak Allah sana yeter. İman edip, güvendiğin ve doğrulayıp itaat ettiğin Rabbin sana güven verici olarak yeter. Kim nasıl yaşamışsa, ne niyetle konuşmuşsa, Allah’u teâlâ onu işitir ve çok iyi bilendir. Bu işitme ve bilmenin ahirette bir hesabı ve karşılığı olacak demektir.       

       “Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır. Kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse, muhakkak o, kopmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.” (Bakara/256)

       Dinin sahibi Rabbimizdir. Kendi belirlediği hükümleri kabul etme, güvenip itaat etmek konusunda kullarını zorlamadığı gibi insanlarında birbirlerini inanç konusunda zorlama yapmamalarını emretmiştir. Çünkü her insana akıl ve irade vermiş, inanç tercihini kullarına bırakmıştır. Elbette ahrette karşılığını bulmak kaydıyla! 

       Dinde zorlama yoktur ve yapmayın, çünkü Rabbimiz hak ile batılı birbirinden ayırmıştır. Doğruluk ve doğruya ulaştıran yol ile sapıklık ve sapmaya giden yol belirlenmiştir. İnsana rüşte, doğruya ve sapmaya götüren yol ve saptıranlar belirlenmiştir. İman ile küfür ve şirk yüzlerce ayetlerle birbirinden ayrılmıştır. Davetçiye düşen hak ile batılı birbirinden ayırıp muhataba anlatmalıdır. Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıttığı gibi, hakkını gasp etmek isteyenleri de tanıtmalıdır. Kur’an’ın iniş amacını ve yerine geçirilen yasaları anlatmalıdır. Peygamberin örnek ve şahidliğini bildirdiği gibi, onun yerine geçirilmeye çalışılan siyasi ve din adına oluşturulan örnek ve önderler anlatılmalıdır. Sonra kişi hak ile batıl arasında iradesiyle bir yolu tercih edecektir. İster hakkı, isterse batılı tercik edebilir. Hakkı ve batılı kavradıktan sonra, kim Allah’ın hükmü yerine kendi hükümlerini, fikirlerini, görüşlerini geçirerek ve uygulayarak haddi aşan ve tuğyan edip tağut olanları reddeder ve sadece hüküm koymayı Allah’a verirse ve itaat ederse mü’min olmuştur. Tuğyan edip haddi aşanlara değil de Allah’a güvenmiş, O’nun hükmünü doğrulamış, örnek gösterdiği Rasulüne güvenmiştir. Bunun sonucunda kopması mümkün olmayan kulpa yapışmış, İslam’a, Allah’ın güveninin içine girmiştir. İsteyen Allah’ın güvenine, isteyende siyasilerin ve veli ve gavs edindiklerinin güveninin içine girebilir. Dinde, inanmada zorlama yoktur. Bugün dünde olduğu gibi her gurup kendisini sağlam kulpa yapışmış, şimdiden kurtuluşa ermiş görmektedir. Kimse imana, imanın ölçüsüne, kime itaat edildiğine bakmamaktadır. Kendilerince Allah’ın cennetini kendilerine ve tabi olanlarına has kılmışlardır, ehli kitap gibi. Rabbimiz, elbette her yapılanı, hakta olanla batılda olanları çok iyi işiten ve bilendir. 

       “Kalbi imanla mutmain olduğu halde inkâra zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr eder, göğsünü inkâra açarsa, Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azap vardır.” (Nahl/106)

       İman bir kalbi ele geçirmiş ise, o kalpten kolay kolay çıkmaz. İman bir kalpte mutmain olmuş, o kalbe iyice yerleşmişse el ve dilden ancak hak ortaya çıkar. Hak ve batıl da kıyamete kadar birbiriyle mücadele halinde olacaktır. Hakta olanlar inanç noktasında zorlama yapmazlarken, batılda olanlar ise hakkı yaşamak isteyenlere zor kullanacak, yaşamalarına müsaade etmeyeceklerdir. Dini yaşamakta zorlananlar kalben inkar etmediklerinde, dil ile söylediklerini kalben tasdik etmediklerinde, kalben batıla güvenmediklerinde imanlarına zarar gelmeyeceği bildirilmiştir. Batılı ve batılı oluşturanları savunur, destekler, korur ve hiçbir zorlama yokken, zorlama var, fakat kalbini inkâra, küfre ve şirke açarsa, yani kalben o işi yapar ve söylerse haktan çıkar. 

       Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birledikten sonra, hâkimiyeti sadece Allah’a verdikten sonra güvendiği ve itaat ettiği haktan yüz çevirirse, hakkın üstünü batıl ile örtüp inkâr ederse kalbini küfre açmıştır. Bu söylem ve eylemin küfür ve şirk olmasının ölçüsü imandan sonra Allah’ın hükmünün üstünü insan hükümleriyle örtmek, Allah’ın iradesinin üstünü kendi iradesiyle kapatmak ve gizlemektir. Hakkı, gereği gibi anlatmayıp gizlemiş, Rasulün örnekliğinin üzerini yeni örneklerle gizleyip küfretmiş ve hak olanı gizlemiştir. Bu inkârdır, yok saymadır, gizleme ve örtmektir. Bunu yapan da kalbini küfre ve şirke açmıştır. Allah’ın gazabı onların üzerinedir, çünkü onlar hakkı anladıktan ve güvendikten sonra batıla yönelmişlerdir. Ahiret noktasında da onlara büyük bir azap vardır.  Elbette insanlar birbirlerinin zahirene yaptıklarına, ne söylediklerine, zorlama olmadığı zamanlardaki hallerine bakarlar. Kalplerin gizledikleri elbette Allah katında açığa çıkacaktır. Küçük büyük hiçbir zorlama olmadan imanı tehlikeye sokacak söylem ve eylemler mü’minler için tehlikelidir. Kalbini küfre açanın hükmü bellidir.  

      “Ey peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla iman ettik diyenlerden ve Yahudilerden inkâra koşanlar seni üzmesin. ..”” (Maide/41)

       Görünüşte İslam bilinen, bizde mü’miniz, müslümanız diyen, fakat kalben Allah’a, kitabına ve peygamberine güvenmeyen, tasdik ettik deyip de itaat etmeyen ve iman sadece ağızlarında kalan münafıklık yapanlar ve münafık gibi hareket edenler. Onların İslam görünüp de hainlik yapmaları, inananları aldatmaları, fitne çıkartmaları ve inananları haktan uzaklaştırmaya çalışanlara yardım etmeleri seni üzmesin. Türlü ithamlarla, hâkimiyeti sadece Allah’a verenlere iftira, fitneci gözüyle bakmaları ve dilleriyle söylemeleri seni üzmesin. Bu hem inandık diyen, fakat laik ve demokratlar gibi yaşayan, ehli kitap gibi dini bakışlarda olanlar seni üzmesin. Dün ehli kitabın tabileri mü’minlerle alay ederlerken, bugün bizde mü’miniz diyenler yapmaktadırlar. Kendilerini mü’min zanneden, kendilerince samimi olan, fakat şirk ve küfür içinde yaşayan ve bundan haberdar olan veya olmayanlarda aynı söylem ve tavrı inananlara yapmaktadırlar. Kimin hakta olduğu veya batılda olduğu destek ve savunmalarından, hayatlarının hükmünü belirlemede kime yetki verdiklerinden ve itaatlerinden anlaşılacaktır. İman, inandık demek değil, inandıklarını tasdik ederek doğrulamak ve güvenerek hayatını teslim etmektir. Allah’ı isim ve sıfatlarında kabul, doğrulayıp güvenerek O’na has kılmaktır. Kitabının tüm hükümlerini kabul, tasdik ve güvenip kitaba hayatını teslim etmektir. Rasulün iman, ahlak, toplumsal ilişkiler ve ibadetlerde örnek ve şahidliğini kabul, doğrulamak ve güvenerek hayatını teslim etmektir. Bunun dışı ise örtmek, gizlemek, hak olanı hak etmeyene vermektir. Bunlarda şirk ve küfürdür.  

       İman, son anda firavunun yaptığı gibi iman ettim, güvendim ve teslim oldum olmamalıdır. Akıl ve irade kişinin rahat kullanabildiği zamanda olandır. Bela musibet ve zor zamanlarda her insan yaratana yönelir, sadece O’na güvenir, yani yalnız O’na inanır. Önemli olan geniş zamanlarda ve her an yaratana güvenmek ve teslim olmaktır. Mekke şirk toplumu, Ebrehe Kâbe’yi yıkmaya geldiğinde dağa çekildiler ve Rabbimizin gözlerinin önünde küçücük kuşlarla ve onları attığı küçücük taşlarla fil ordusunu nasıl darmadağın ettiğini gördüler. Bu hadiseden sora Mekke halkı bir hadiste yedi yıl, diğer hadiste on yıl puta tapmamışlar, sadece Allah’a yönelmişlerdir. Buda zorda her sapmış tolumun Allah’a samimi olarak yöneldiğini, sadece Allah’a güvenip mü’min tavrı ortaya koyduğunu gösterir. Yine gemide yolculuk yapan insanların dalgalarla imtihan edildiklerindeki durumunu Rabbimiz kitabında bildirerek, dini sadece Allah’a has kılarak yalvarırlar buyurur. Müşrik, kâfir, münâfık gibi her inanç sahibi darda kalınca yaratıcılarına aracısız yönelirler ve sadece O’na güvenip isterler ve yalvarırlar. Mü’min ise her an Allah’a yönelir, sığınır, yardım ister ve güvenerek hayatını teslim eder. Fark da budur. 

       Zamanın mü’minleri için Rasulullah (s.a.s.) nasıl Allah’a samimi güven içinde olup, nasıl bir tasdik ve kabul ortaya koyup mü’min olmuşsa örnek ve önder olarak yeterlidir. İman ve mü’min olmak için başka örneğe ihtiyaç bırakılmamıştır Rabbimiz. Yeni iman ölçüsüne ve mü’min tarifine ihtiyaç yoktur. Bu dinin sahibi olan Rabbimiz iman ölçüsünü eksiksiz bildirmiş, yeni ölçü belirleme hakkı vermemiş ve örnek kıldığı Rasulün hayatında da kıyamete kadar şahid ve örneklik ortaya koymuştur. Mü’min olana düşen bildirilen ve örnek olana itaat etmesidir.