“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Allah’ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır. Ve sadece Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal/2)
Her inanç sahibi kendisine hükmeden, yöneten, yardım eden, koruyup gözeten kabul ettiklerine sığınır, savunur ve desteklerler. Onların sözlerini işittiklerinde ve yazdıklarını okuduklarında heyecanlanır, duygulanır ve uyma gayretinde olurlar. Kalben sevdiklerine ve övdüklerine itaat etme çaba ve gayretinde olurlar.
Siyasi lider ve önder kabul ettiklerinin sözleri ve yaptıkları karşısında hayran olur, emirlerine itaat etme gayreti gösterir, onları, yasalarını ve yaptıklarını överler, severler ve desteklerler. Onların çıkarttıkları hüküm ve yasalar o kişinin dini olur. Emreden ve hükmedip yönetenler rableri ve itaat ettikleri ve teslim olarak tabi oldukları da ilahları olur. Din adına veli, gavs, kutup, hoca edindiklerinin sözlerini, yazdıklarını ve davranışlarını doğru, hatasız, yaptıkları sorgulanmaz ve övülmeye ve sevilmeye değer kabul ederler. Elbette birilerine böyle bakılırsa, onlara koşulsuz itaat edip teslim olmak kaçınılmazdır. Hatasız kabul ettiklerini mutlak hükmeden, emreden, helal ve haram ölçüsü belirleyen kabul ederek onları rab edindikleri gibi, mutlak itaat edip teslim olarak da ilah edinirler. Onlara güvenirler, yardım isterler ve yardım beklerler, sığınırlar, koruyup gözettiklerine inanarak onları Allah’dan başka veli edinirler. Hem dünya hayatları, hem de ahiret hayatları için yardımcı ve kesin şefaatçiler edinirler. Dünya ve ahiretlerini onlara güvenip teslim ettiklerinden dolayı onları vekil edinirler. Tüm bunlar Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyamadıklarındandır. Kitabın asıl iniş amacını ve hayatın tüm alanlarında uyulması gerektiğini ve Rasulllah’ın da (s.a.s.) örnekliğinin yine hayatlarının tüm alanlarında tek örnek ve önder olduğunu tam olarak kavrayamadıklarındandır.
Allah’ı hakkıyla tanıyamadıklarından dolayı tarih boyunca toplumların yaptıkları hataları bugünkülerde yaparak, Allah’u teâlâ’nın yerini başkalarıyla doldurmaya çalışırlar. Allah’ı över ve sever gibi onları över ve severler. Gündemlerinden siyasi liderlerini ve din adamlarını düşürmezler. Kınadıkları toplumların hatalarını kendileri de yaparlar, fakat bunların yaptıkları haddi aşmalar ve sapkınlıklar kendilerine sevimli gelir. Allah’ın rızasından değil de, lider ve veli edindiklerinin rızasını kaybetmekten korkarlar. Allah’ın şefaat etmemesinden değil de, veli ve gavslarının şefaat etmemelerinden korkarlar. Allah’ın korumasından değil de, gavsalarının ve kutuplarının korumasından uzak kalmaktan korkarlar.
Hak ile batılın tabileri her dönemde oldu ve olmaya devam edecektir. Siyasi ve din adına batılda olanlar yaşadıkları yolları ve önderlerini sevecek, destekleyecek ve savunup koruyacaklardır. Bunun karşısında hak da olanlarda, hakkın sahibi olan Rablerini ve hükümlerini sevecek, savunacak destekleyecek ve itaat edeceklerdir. Bu iki tarafında dinleri, hükmeden rableri ve itaat ettikleri ilahlarıdır.
Rabbimiz, gerçek mü’minlerin hak karşısındaki tavrını ayetiyle bildirmektedir. Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Hükmedip yöneten, eğitip terbiye eden Rab anıldığı zaman kalbleri ürperir. İtaat etme ve teslim olmada, çok sevip övmede ilah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Sığınıp yardım istemede, koruyup gözetmede, emredip yönetmede veli ve vali isimler anıldığında kalpleri ürperir. Hayat teslim edilerek güvenmede vekil olarak anıldığı zaman da kalpleri ürperir. Hayatlarının tek sahibi mâlik, tek yöneten melik olarak anıldığı zaman da kalpleri ürperir. Yani Allah’u teâlâ’nın tüm isim ve sıfatları anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kul olduklarının, her an imtihan olacaklarının, ruhlar âleminde verdikleri Rab sözünün ve ahirette ki hesabının sorulacağının bilinciyle hareket ederler. Allah’ın adı anıldığında kalpleri ürperir, çünkü bu onlara mesuliyetlerini, Rablerinin yüceliğini ve kendilerinin acizliğini onlara hatırlatır. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hesap vereceklerinin heyecanıyla bir ürperti içindedirler. Ölümden korkan, köşe bucak kaçanlar, tedbir üstün tedbir almaya çalışanlar, Peygamberlerin ve ashaplarının endişe duyduğu ölüm sonrası hesaptan korkmazlar.
Yine mü’minlere, Allah’ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır. İman, tasdik etmek ve doğrulayıp güvenmektir. Güvenip hayatlarını teslim ettikleri Rablerinin her ayeti onlara hatırlatıldığında veya onlar okuduğunda imanları, yani Rablerine olan güvenleri artar. Her bir ayeti duyduklarında koşulsuz tasdik edip, sorgusuz, ama fakat demeden tasdik edip güvenerek hayatlarını teslim ederler. Bu onların Kur’an’a olan güvenlerinin yani imanlarının bir sonucudur. Allah’ın kitabına güvenmeyenler, kendilerine yeni yasa, görüş, fikir, düşünce belirlerler veya belirleyenleri kabul ederler. Allah’ın hükümlerinin yerine kendi hükümlerini geçirirler ve O’nunla hüküm yarışına kalkarlar. İmanlarını artırması ve güvenmeleri gereken Kur’an ile kendi hevâları olan hükümler arasında tercih de bulunurlar. İnsanların tercih ve yaşantılarına bakıldığı zaman kimin yasaları, hükümleri, görüş ve düşünceleri kabul edilmiş, hayatlara sokulmuş, desteklenip savunulmuş anlaşılacaktır. Hayata sokulan hükümler sevilmiş, övülmüş ve yaşamaya değer bulunmuştur. Hayata sokulmayan ise değersiz, olsa da olur olmasa da olur görülmüştür. Ne yazık ki, Kur’an niceleri tarafından sadece okuma, ezberleme ve tartışma kitabı haline dönüştürülmüştür. Elbette Rabbimiz iman edenlerle iman etmeyenleri bu ayetiyle birbirinde ayırmıştır. Sadece Allah’a güvenip hayatını teslim eden mü’minlerin vasfını bildirerek, Allah’ın adını duyduklarında kalpleri duygulanır, heyecanlanıp ve ürperir. O’nun ayetleri onlara okunduğu zaman güvendikleri Rablerine karşı imanları artar. Yani Allah’a olan güvenlerinde yeni bir ayet duyduklarında daha fazla güven oluşur.
Yine bu mü’minler sadece hayatlarına hükmedip yöneten Rablerine tevekkül ederler. Güvenip itaat edecekleri, hayatlarını teslim edecekleri vekil, sadece Rableri olan Allah’u teâlâ’dır. Tevekkül, hayat için birine güvenme, hayatını çekip çevrilme işini teslim etmedir. Siyasi ve din adına hem dünya hem de ahiretleri için vekil olarak sadece Rablerini seçenler ancak mü’minlerdir. İnandığını söyleyen herkes neyle, kimin adıyla heyecanlanıp, duygulanıyorsa, kimin sözleriyle güven içinde kendilerini hissediyorlarsa, bu onların rab ve ilahları, veli ve vekilleri olmuştur. Kimin adı ve sözü sizin gündeminizde ise, onu değerli görmüşsünüzdür. Kimin yazdıkları, sözleri, konuşmaları sizi harekete geçiriyorsa, sevmenize ve övmenize sebep oluyorsa, o sizin ilah ve rabbiniz olmuştur. Toplumlar bilinçli ve bilinçsiz Allah’dan başkalarının adıyla kendilerini güvende hissederler, sözleriyle heyecanlanırlar. Dünyada her din mensubu, inanç sahibi siyasi ve dini lider ve tabi olduklarına aynı muameleleri yaparlar. Hindu, Budist, Yahudi, Hıristiyan her inanç sahibi Allah ile hükmetme ve yönetmede yarıştırdıklarına mutlak itaat ederler. Onların isimleri, sözleri karşısında duygulanır ve heyecan taşırlar. Onları gündemlerinden düşürmezler.
Onların yaşamları, inançları aynı ve benzer olarak İslam toplumunda da yapılmakta ve dinden diye savunulmaktadır. Diğer din mensuplarının yaptıklarını sapıklık, şirk, küfür görenler, kendi yaptıklarını hak ve sevap sayarlar. İşte bu şekilde sapanların kurtulması zordur. Çünkü Allah ile savaşan ve yarışanlar, kendilerince de Allah’ın rızasını ararlar. Allah için denilerek, Allah ile hüküm yarıştırma ve yarıştıranları savunup destekleme ciddi bir hastalığın bir sonucudur. Dinin sahibi bellidir ve belirlediği din de ilk günkü gibi korunmuştur. Rasulullah’ın (s.a.s.)döneminde iman ve İslam ne ise, bugünde aynıdır. Siyasi ve din adına yeni yollar arayan, belirleyen, gizli ve gaybi bilgilerle oluşturulduğuna inanılan yollara uyanlar, yeni din oluşturmuş ve yeni ibadet şekli belirlemişlerdir. Bu hayatın tüm alanlarını güvenerek âlemlerin Rabbine teslim etmemelerinin bir sonucudur. Mü’min ve Müslüman ise hayatın tüm alanlarında hükmeden ve yöneten Rab olarak Allah’a güvenen, O’nun hükmü olan Kur’an’a güvenen, örnek kıldığı Rasulün şahidliğine güvenen ve teslim olup itaat edenlerdir.