Peygamberlere gönderilen her din islamdır. İslam’ında zaman içinde bozulmasının altında dinin bir kısım insanların tekeline bırakılmasıdır. Zaman içinde dini kendi tekellerine alanlar, dinin sahibiymiş gibi davranmaya başladılar. Dini kendi tekellerinde görenler, topluma kendilerine koşulsuz itaat etme bakışı da verdiler. Kendi rahat ve zevkleri için siyasilere de tarih boyunca itaat etmeyi emrettiler. Ehli kitabın din adamlarının dokunulmaz, hata yapmaz, Allah adına iş yapan konumunda kabul ettikleri gibi, islam toplumunda da aynı bakışlar son yüz yılda hat safhaya çıktı. İslamı kendi tekellerinde gören, onlar olmazsa din anlaşılmaz, onlar olmazsa kurtuluş olmaz düşünen ve bunu dikte eden din adamları sınıfı oluşturulmuştur. Bu din adamı sınıfı gün geldi dinin sahibiymiş gibi davranmaya ve konuşmaya başladılar. Bu bakışta oldukları, konuştuklarına, yazdıklarına, ortaya koydukları tavırlarına yansımaktadır. 

   İnsanı yeryüzüne halife olarak seçen Rabbimiz, insanın bu sorumluluğunu nasıl yapacağının ölçüsünü de bildirmiştir. İnsanlar kendi akıl ve iradesine göre kural belirleyip yaşamasınlar diye hayatın her alanını düzenleyen ölçü belirlenmiştir. Rabbimiz, belirlediği bu ölçünün nasıl yaşanılacağını ve nasıl davet edileceğini de bildirmiştir. Örnek kıldığı peygamberleriyle de islam’ın nasıl yaşanılacağının şahitliğini ortaya koymuştur. Peygamberler kendilerinden din belirlememişlerdir. Dini kendi tekellerinde gibi davranmamışlar, sadece yaşama ve davet etme çabasında olmuşlardır. Rabbimiz, peygamberine ve her mü’mine hitap eden ayetinde “Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şûrâ/52) buyurarak dinin belirleyicisi kendinin olduğunu kıyamete kadar gelecek olanlara bildirmiştir. Dinin öğrenilmesi zaruridir ve bunun için de sürekli davetçiler olmak zorundadır. Fakat bu birilerinin tekelinde olmamalıdır. Davetçi ölçü belirleyen değil, davet ettiği kimselerle beraber Rabblerinin belirlediği ölçülere uyanlardır. “Rasul Rabbinden kendisine indirilen iman etti ve mü’minler de.” “İşittik ve itaat ettik dediler.” (Bakara/285) ayeti davetçiye ve anlattıkları kişilerle beraber dine inanmaları ve yaşamaları gerektiğini bildirir.

   Allah’dan başka hiç kimse kitabın sahibi ve koruyanı değildir. Son kitabın korunması insana bırakılmamıştır. Fakat yaşantısını koruma insana aittir. Dine elleriyle, dilleriyle ve batıla verdikleri destekleriyle zarar verenler, biz olmazsak Kur’an anlaşılmaz, gündemde olmaz ve yok olur, biz olmazsak ehlisünnet anlaşılmaz ve yok olur diyenler, kendilerini Kur’anın koruyucusu ilan etmişlerdir. Bunu diyen nicelerinin elinden din alınmalıdır. Elbette hakkı gereği gibi davet etmesi gerekenler meydanı boş bırakıp kendileriyle uğraşınca, din dünyevileşenlere, bid’at ve hurafecilere kaldı. Mü’minlere de sadece onları kınamak kalmamalıdır. Değerinize sahip çıkmazsanız, birileri şirk ve küfürleriyle o değeri kirletirler. Kur’an Rabbimizin korumasındadır, aslında şirk, küfür ve haramlarla kirletilenler islamın yaşantısı olan hayatlardır.  

   Dinin bozulmasıyla şirk toplumlarının ortaya çıkışını, Kur’an bize Nuh a.s. kavmiyle bildirir. Belki bundan önce şirk toplumunun olma ihtimali olsa da, Rabbimiz bu başlangıcı h.z. Nuh kavmiyle bildirmiştir. Rabbimiz şirk toplumunda nasıl davet yapılacağını ve bu davetin karşısında müşrik olanlarla nasıl muamele edileceğini, ilk olarak Nuh a.s. ve toplumun hayatıyla bildirmiştir. Bu anlamda h.z Nuh’un dokuz yüz elli yıllık sabırla verdiği iman üzere islamı yaşama ve davet örnekliği, binlerce yıllık tarihiyle sanki bugün gibidir.        

   Kur’an’ın bildirmesiyle şirk toplumu h.z Nuh’un kavmiyle başlar. Dokuz yüz elli yıllık dile kolay sabırla verilen h.z. Nuh’un daveti, kıyamete kadar gelecek bütün mü’min davetçilere güzel bir örnekliktir. H.z. Nuh, dokuz yüz elli yıl Allah’ın sıfatlarını insana vererek şirk koşan ve Allah’ın hükümlerinin üstüne kendi yasalarını, hâkimiyetinin üstüne kendi hâkimiyetlerini geçirerek küfre düşen topluma ne anlattı. Nuh toplumu da, hayatlarının sevk ve idaresi konusunda Allah’ın iradesine göre değil de, hayatımızın sevk ve idaresinde hâkimiyet bize aittir dediler. Böyle diyen bir toplumda, dokuz elli yıl sabırla yapılan davet ve davetin içeriği. Dokuz yüz elli yılda geçse aynı şeyleri söyleme sabrı. Bunun söylemesi dile kolaydır. 

  H.z Nuh kavmine dokuz yüz elli yıl neleri bildirdi. 

   “.. Ey kavmim! Allah’a itaat edin. Sizin için ondan başka ilah yoktur. ..” (Araf/59) Hayatın tüm alanlarında itaat edip övülecek ve sevilecek tek ilah Allah’dır. İtaat eden, hâkimiyetini kabul edip uyan, teslim olan, onu ilah kabul etmiştir. Bu itaat ve teslimiyet de ibadettir. H.z. Nuh, kavmine dokuz yüz elli yıl bunu tekrar etti. Çünkü kavmi de o kadar yıl iman etmemişlerdi. Yani davet iman edinceye veya helak oluncaya kadardır. Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birlemeye çağıran h.z. Nuh’a kavminin ileri gelen büyükleri, siyasi ve din adına söz sahibi olanlar dediler ki. “Kavminin büyükleri ona şöyle cevap verdiler. Biz seni cidden apaçık sapıklık içinde görüyoruz.” (Araf/60) Belki insanlık tarihinin başına yakın bir zamandan bugüne değişmeyen söz. Hakkı söyleyene, Allah’ı birlemeye çağırana söylenen sözler aynı. Bugünde Allah’dan başka itaat ettiğiniz ilahları ve sevk ve idare edip yöneten rableri reddedin diyenlere sapık, fitneci denilmekte. Bunlarda din adamı ve siyasiler, yani toplumun bugünkü büyükleridir. 

   Yine, hakkı bildiren h.z. Nuh’a, sen bunu nereden getirdin, biz bunu büyüklerimizden duymadık dediler. “Biz bunu evvelki atalarımızdan duymadık.” (Mü’minun/24) Bugünkülerde, siz bunu nereden çıkarıyorsunuz, biz bunları sizden başkasından duymadık demektedirler. Yine kavmi Nuh’a “O, ancak kendisinde cinnet bulunan bir adamdır.” (Mü’minun/25) Hakkı davet edenler karşısında aciz kalanların dünden bugüne tavır ve sarf ettikleri sözler aynıdır. Şirk, müşrik, küfür ve kâfir dünden bugüne aynı olduğu gibi, içinde olanlarında söz ve tavırları aynı olacaktır. Çünkü şirkin ve küfrün ne olduğunu Rabbimiz kitabında bildirmiştir. Küfür ve şirk ölçüsünü belirlemeyi insana bırakmamıştır. İmanın ve İslam’ın da!  

   Davetçinin bakış ve beklentisi. 

   “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak alemlerin Rabbine aittir.” (Şuara/109) Daveti almak istemeyene, itiraz edene, benim beklentim sizden ve elindekilere değil, alemlerin Rabbindendir. Bu bakış peygamber bakış ve beklentisidir. Karşılığını Rabbinden bekleyen davetçiye ahirette bu amelin karşılığı var. Almak istemeyenin mesuliyeti kendine. Kendilerine özel muamele edilsin, ayrıcalıklı olsunlar bakışında olanların insan değer ölçüsü iman ve takva değil, dünyada mal ve makamdır. “… Arkana hep düşük kimseler takılmışken biz sana iman eder miyiz.” (Şuara/111)Dünde olduğu gibi bugün Allah’ı isim, sıfat ve fillerinde birlemek olan tevhidi anlatan ve tabi olanlara söylenen sözlerde aynı. Kendilerinden başkasını küçük görme ve basit kimseler görme müşrik toplumların bakışıdır. 

   Davetçi hükmeden değil, azabı ve kurtuluş yolunu açıklayan bir haberci olduğu bakışında olmalıdır. “Gerçekten biz Nuh’u şöyle desin diye kavmine gönderdik. Haberiniz olsun, ben size azabın sebeplerini ve kurtuluşun yolunu açıklayan bir korkutucuyum.” (Hud/25) ve “Allah’dan başkasına itaat ve ibadet etmeyin. Doğrusu ben size acıklı bir günün azabından korkuyorum.” (Hud/26) Allah’a itaate davet, kur’ana göre hayatı düzenlemeye çağırmaktır. Bu hayatın tüm alanlarında hâkimiyeti Allah’a vermedir. Bu ibadet ve itaattir. Bu itaatler hükmedeni İlah yerine koymaktır. 

   Daveti ve hidayet almak istemeyene, Rabbimiz de hidayette zorlama yapmaz, davetçide yapamaz. “Eğer Allah sizi saptırmayı murad ediyorsa, ben size nasihat etmek istesem de, benim nasihatim size fayda vermez. O, Rabbinizdir ve nihayet O’na döndürüleceksiniz.” (Hud/34) H.z. Nuh’un kavmine söylediği bu sözü bizimde etrafımızda hakka tabi olmak istemeyenlere söylememiz için bildirilmiştir. Siz sapıklığı tercih etmişsiniz Allah’da yolları sizin için yaratmıştır. Siz almak istenmeyince benim nasihatım size fayda vermez denilir. Davet edilene, bu seninle yaratan Rabbinin arasında bir meseledir. Hidayeti isteyecek olan sen, Hâdi olan’da Rabbin. 

   En yakınınıza bile fayda verememe. 

   “Allah kâfirlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal yaptı. …Onun için kocaları da onları Allah’ın gazabından zerrece kurtaramadı.” (Tahrim/10) Yine, “… Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, ey oğulcuğum! Bizimle beraber gemiye bin. Kâfirlerle beraber olma diye seslendi.” (Hud/42) Bu ayetlerde, davetçi peygamber de olsa en yakınlarına, sevdiklerine, istediğine hidayet edemeyeceğini gösterir. Davetçinin sınırı bir yere kadardır. Hidayet kul ile Rabbi arasındadır. Eşiniz ve çocuklarınız dahi olsa istediğinize istediğiniz gibi bir hayat yaşatamazsınız ve istediğiniz gibi inandıramazsınız. Her davetçi bilecek ki, istediğine ve sevdiğine hidayet edemez. Davetçinin davet zamanını ve süresini h.z. Nuh’un hayatından Rabbimiz bize bildirmektedir. Gece gündüz, gizli açık, fert ve topluca davet, yani her fırsatta davet edileceği bildirilmektedir. Davet sadece derste değil, hayatın tüm alanlarında ve her zaman yapılmalıdır. “..Ey Rabbim, ben kavmimi gece gündüz davet ettim.” “Onlara yüksek sesle davet ettim.” “Onlara hem açıktan, hem de gizli davet etim.” (Nuh/5-8-9-) Davetçi, kişi Allah’ın merhametine ulaşsın için davet eder. Almak istemeyip alay eden, dine ve davetçiye zulmedene vakti geldiğinde beddua edilir. Merhamette, beddua da hak edenedir. “… Ey Rabbim, kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma, çünkü sen onları bırakırsan senin kullarını saptırırlar ve ancak nankör (kâfir) fâcir doğururlar.” (Nuh/26-27) Kâfir ve müşriklerde inanışlarını ve yaşamlarını sonraki nesillere aktarırlar. İnatla o batıl yollarda kalırlar. Beddua edilmez diyene, sizde h.z. Nuh gibi dokuz yüz elli yıl gece gündüz, sürekli davet yapın ve dışlanın sonra beddua etmeyin. Üç beş davetle etrafına lanet okuyan bizlerin h.z. Nuh’u anlaması da zordur. Her davet edilen kabul edecek değil, davet almak isteyene fayda verir.    

   H.z İbrahim tek başına davetin güzel bir örneği.

   Davet önce en yakına. “… Ey babacığım, niçin, işitmez, görmez ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere itaat ediyorsun.” (Meryem/42) bugün din adına oluşturulan veli, gavs ve kutupların, ölseler de, yaşasalar da görüp işittikleri, her an yardıma hazır olduklarına inanılır. Dünde bugünde bu bakışlar nice inanışlarda ve topluluklarda aynıdır. Her dönemin hatalığı, Allah’dan başka itaat edilen sahte ilahlar edinme. “Bir zamanlar İbrahim babası Azer’e, sen putları kendine ilahlar mı ediniyorsun. ..” (En’am/74) Kendi üzerinde ölçü belirleyen, hüküm koyan bilip onlara itaat etme, onları sevip övme kimeyse o ilah edinilmiştir. Buda onlar yapılan ibadettir. Onların belirlediği kural ve yasaları da dindir. 

  Babaların yolu haksa tabi, batılsa terk edilir. .. Ey İbrahim! Sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun. Yemin ederim ki, eğer vazgeçmezsen seni taşla kovar öldürürüm. ..” (Meryem/46) Alışılan yolları terk etmek zordur. Hele birde o yol tek doğru kabul edilip, kalben de doğruluğu tasdik edilmişse, kurtulması daha da zordur. Davetçi hakkı delilleriyle ortaya koysa da akletmeleri zordur. İnananların saptıklarını düşünürler. Sizin saptığınızı düşünüp alabildiğine düşmanlık ederler, etrafından kovarlar. Babaların, ataların, yani öncekilerin bilmediğini sonrakiler öğrenince, çıkan kuşak çatışması. “Ey babacığım, gerçekten bana sana gelmeyen ilim gelmiştir. O halde bana uy da seni doğru yola ileteyim.” (Meryem/43) Davetçi mutlak hak içinde olmalı ve hak ortaya çıksın, anlaşılsın ve itaat edilsin için anlatacak ve sadece karşılığını Allah’dan bekleyecek. 

   Davet akletmeleri içindir. 

   “Nihayet o putları paramparça etti, yalnız bunların büyüğünü bıraktı ki, belki ona müracaat ederler. Dediler ki, bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak ki o zalimlerden biridir.” (Enbiya/58-59) Her yapılan davet ve eylem insanların hakkı anlamaları için olmalıdır. H.z. İbrahim,’in amacı sadece putları kırmak değil, onların kendilerine dahi faydalarının olmadığını, itaat edilecek ilahlar olmadığını ortaya çıkartmaya çalışmıştır. Kâfirlerde kendi ilahlarını korurlarken, tek ilah olan Rabbimiz mü’minleri korur. “Dediler ki, sen mi bunu ilahlarımıza yaptın ey İbrahim ..” (Enbiya/62) Batıl sistemleri ve oluşturup yönetenler insanların desteğine ve korumasına muhtaçken, alemlerin Rabbi ise sadece koruyandır. İnsanlar binlerce yıldır koruduklarından ve yardım ettiklerinden korunma ve yardım beklerler. Batılın savunucuları da yapılan davet karşısında boş durmazlar. H.z. İbrahim toplumun hakkı anlamalarını sağlasa da, şirkin ileri gelen din adamları ve siyasiler, atalarınızın yolunu nasıl bırakırsınız ve bu fitneciye mi tabi oluyorsunuz derler ve bunda da çoğunlukla başarılı olurlar. “Sonra eski kafalarına döndüler.” (Enbiya/65) Küfrü savunanlar ilahlarını korumak için her yola başvururlar. “Biz de, ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet ol, dedik.” (Enbiya/69) Hak düşmanları, davetçi olan peygamberde olsa bile tabi olmak istemediklerinde yapacakları şeyin sınırı yok. Davetçiyi ateşte yapmak bile olsa. 

   Allah’ın mülkünde verdiği nimetlerle ona ve inananlara zulmetme. “Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı gördün mü?” (Bakara/258) Davetçiye Allah makam, mevki, mal ve ilim verirse batılda olanların hırs ve kinleri artar. Davetçi bunu bilmelidir. Sizinle hak konusunda tartışanlara verilecek cevap. “Allah beni doğru yola iletmişken siz onun hakkında benimle çekişmeye mi kalkışıyorsunuz? Ben O’na ortak koştuğunuz şeylerden asla korkmam. ..” (En’am/80) Davetçinin hakta olmasını istemeyen, kıskanan nicelerinin yaptıkları ve sözleri aynıdır. Onlara verilecek cevap da ayette bildirilmiştir. Allah ile hâkimiyet yarıştıranlar en yakınlar olsa da bağışlanmaları için mağfiret dilenmez. “Fakat babasının Allah’a bir düşman olduğu kendisine belli olunca ondan uzaklaştı. ..” (Tevbe/114) Düşmanlık ve düşmanlıkta sınır, Allah’a yapılan düşmanlık oranındadır. Kendi halinde kâfir ve müşrik olanla, islama ve müslümanlara düşmanlık edenlere tavır aynı olmayacaktır. Hakka inatla düşmanlık edenlere merhamet edilmeyecektir. 

   Kendini bilmeyip akledemeyenlerin tavrı. “Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim’in dininden yüz çevirir?…” (Bakara/130) Davetçi bilecek ki, şirk koşmayan h.z. İbrahim’in hanif dininden ancak akledemeyen, ne yaptığının farkında olmayan, aklını siyasi ve din adamlarına teslim eden den başkası yüz çevirmez. Kıyamete kadar gelecek tüm hak davetçilerine alemlerin Rabbine hayatının tüm alanlarında teslim olup müslüman olan h.z. İbrahim’in hayatında güzel bir örneklik vardır. Teslim olunan ilah ve rab kim? “Bir zamanlar İbrahim’e Rabbi, benim emrime teslim ol dedi. İbrahim, alemlerin Rabbine teslim oldum dedi.” (Bakara/131) Davet eden ve edilen isteyerek Hükmedip yöneten Rab, itaat edilip övülen İlah olarak sadece alemlerin sevk ve idare eden Rabbine teslim olmalıdır. Hayatlarına hükmeden Hâkim sadece Allah olmalıdır. 

   H.z Musa, firavun gibi hâkimiyeti kendinde gören bir tağuta karşı davetin örneği.

   Firavunda olsa davet herkese, akletsinler ve için yumuşak olmalı. “Firavun’a gidin, çünkü o hakikaten azdı. Varında ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut korkar.” (Taha/43-44) Davet akledilsin, nasihat alınsın ve Allah’ın gazabından korkulsun içindir. Her insanın inat ve korku sınırı vardır. Firavun gibi güçlü iktidar sahibi bile olsa kendisini aşan imtihanda hakkı kabul etmek ve inanmak zorunda kalır. Yer ve göklerin Rabbi ancak kullarına hükmedebilir. “Firavun dedi ki, o halde sizin Rabbiniz kimdir.” (Taha/49) “Eğer kesin olarak inanıyorsanız Allah göklerin yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir.” (Taha/7) Firavun Mısırın yasa koyup hükmeden rabbi benim derken, h.z. Musa benim Rabbim yer ve içindekilerin, göklerin ve içindekilerin yasalarıyla hükmedip tek yönetenidir demiştir. Bugünde bulundukları yerlerde yasalarıyla yönetip rablik iddia edenlere her hakkın davetçisi h.z. Musa’nın firavuna dediğini diyecektir. Onlara Allah’ın ilah ve Rabliğini haykıracaktır. 

   Daveti almak istemeyenlerin tavırları ortak. Hakkı ortaya koyanlara karşı, batılın taraftarları, bunlar sizin aklınızı karıştırırlar, sözleriyle sizi sihirleyip saptırırlar derler. “Firavunun kavminden ileri gelenleri dedi ki, muhakkak ki bu çok büyük bir sihirbazdır. …” (Araf/109) hiçbir batıl ve önderleri kölelerinden, kullandıkları topluluklardan bir kişi bile olsa kaybetmek istemezler. Bunun için hakkı söyleyenleri dinlemeyin, onlarla konuşmayın, yazdıklarını okumayın derler. Hak davetçilere akıllarınca batıl muamelesi yaparlar, firavun ve nemrut gibi. H.z. Musa’nın elinde mucize olan asa, mü’min davetçinin elinde mucize olan Kur’an. “Sihirbazlar hep beraber secdeye kapandılar. Biz Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik dediler.” (Araf/120-122) H.z. Musa elindeki asanın tesirini ve kimin katından geldiğini biliyordu. Asa mucizesi, sihirbazları aklettirip iman etmesine sebep oldu. Elinde Kur’an muizesi olan davetçi bunun kıymetini, tesirini bilecek. Kendisinin de kur’an ile aklettiğini, ayetleriyle Rabbe iman ettiğini bilecek. İnanan da sahte oluşturulmuş rablere değil, davetçinin itaate çağırdığı alemlerin Rabbi olan Allah’a iman edecek. Güç sahipleri de olsa, zulmedilen mazlumda olsa hidayet ve davet almak isteyeni kurtuluşa  götürür.    

   Kendilerini h.z. İbrahim’in yolunda gören Mekke şirk toplumuna karşı Rasulullah’ın (s.a.s.) yaptığı hak daveti, kıyamete kadar hakka çağıran islam davetçilerine en güzel ve tek örnekliktir. Her davetçi emri önce kendine bilip, bu emir bana demelidir. Yoksa Rabbimizin bildirdiği, hakkı hatırlatıp kendini unutan zümreler gibi olunur. “Siz insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Oysa kitabı da okuyorsunuz. Artık akıl etmeyecek misiniz?” (Bakara/44) Hakkı hatırlatan çok az davetçi hatırlattığını kendisi yapar. Bu emir önce bana der. İbadette takvadan bahseder, kendine değil, ahlaktan bahseder, kendine değil, gıybetin, hasetin, kibrin, iftiranın zararlarından, amelleri yok etmesinden bahseder, kendine değil. Ayetlerde bildirilen deki emrini, önce kendi nefsine demelidir.  

   Davetçi önce bilgilenecek, kavrayıp akledecek, sonra anlatacak. 

   Okuyup hakkında gerekli bilgi edinmediğinizi ve tam olarak kavrayamadığınızı bir başkasına aktaramazsınız. “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (Alak/1) Her alanda hükmedip yöneten Rab adına başlama ve devam etme. Davetçi sakınacak ve etrafını da sakındıracaktır. “Ey örtüsüne bürünen! Kalk da korkut. Rabbini yücelt. …” (Müdessir/1-3) Hâkimiyeti Allah’dan alıp insana vermekle ve o insanın yasalarına ve fikirlerine göre yaşamakla Rab yüceltmiş olunmaz. Yaşantısının her alanını Rabbin iradesine göre düzenleyen Rabbi yüceltmiştir. İtaat kimeyse, o yüceltilmiştir. Peygamberin bile vahiyden önce bilmedikleri nice konular ve bizimde sonradan bildiğimiz hakikatler. Davetçi önceden bilmediğini ve bilgilendirildiğini hatırlayacak ve unutmayacak.

   Davet edilen ölçüyü bir belirleyen vardır. Davetçi bu dinin bir sahibinin olduğunu bilecek ve kendisinin bu dine ait olduğunu, bu dini yaşamakla emrolunduğunu bilecektir. Kendisini dinin sahibi gibi görmeyecek ve istediğini istediği gibi konuşamayacağını bilecektir. Dini anlatmada sınırını bilecektir. “Böylece sana emrimizden bir ruh (Kur’an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. …” (Şura/52) Davet ettiğimiz kitabı bir vahyeden var ve her davetçi bundan önce kitap nedir iman nedir bilmiyordu. Vahyedilen kitaba itaat edecek ve itaat edilmeye çağıracak. Vazifesi sadece budur. Davetçi önce anlattığı ölçüye kendisi iman edecek ve iman edilmesini sağlayacak. “Rasul Rabbinden kendisine indirilene iman etti ve mü’minler de. …” (Bakara/285) İmanda davetçi ve anlatılan, kabul, tasdik ve güvenmede eşit olacak. İtaatler ise herkesin gücü kadar. 

   Uyarılar herkese aynı etkiyi yapmayacaktır. Uyarı Kur’an ile ve önce Allah’ın ilahlığını ve Rabliğini kabul edip, itaat etmeye olacaktır. Bugün çokları kendilerine ve yapılarının ilkelerine ve hocalarına itaate çağırmaktadır. “Rableri huzurunda toplanacaklarından korkanları, sen Kur’an ile korkut. Onların Rablerinden başka ne velisi, ne de şefaatçisi yoktur. Umulur ki sakınırlar.” (En’am/51) Dünya hayatında hükmedip yöneten, terbiye eden Rab, ahirette de tek hükmedip yönetecek olandır. Yapılanların mutlak bir karşılığı olarak hesap görülecek. Davetçi anlattığının hesabını ve karşılığını, anlatılanda dinleyip, itaatinin sonucunu ve karşılığını görecektir. Korkutma Kur’an ile olur. Uyarı, hatırlatma, nasihat kur’an iledir. Darda kalındığında insanın sığınacağı, yardım isteyeceği Allah’dan başka velisi yoktur. İnsan darda kalınca mutlak veli olarak Allah’a yönelir. Veli olarak tek Allah’a yönelmeleri gerektiğini etrafına sürekli hatırlat. Dünyada ve ahirette Alah’dan başka yardım edebilecek şefaatçi yoktur. Davetçi olarak bunu bil ve anlat. Az çok, iyi kötü herkes davet yapar, islamı mutlaka konuşur. Birileri de özel olarak davet yapar.

   Davet almak isteyene, düzelmek isteyenedir. Peygamberlerde dâhil hakkı hatırlatan hiçbir davetçi, en sevdikleri dahi olsa istediklerine hidayet edemez ve bu bakışta da olmamalıdır. Hidayete erdiren sadece Rabbimizdir. “Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi o bilir.” (Kasas/56) insan sevdiğine hidayet edemez, çünkü kimin yarın ne yapacağını, kalbi durumunu en iyi bilen Rabbimiz, onlara hidayet yolları yaratır. Rasulullah (s.a.s.) bile Mekke de kimin iman edeceğini bilmiyordu, arzusu ise herkes iman etsindi. Kimin hidayete ereceğini bilmeyen, hakkı herkese davet eder. Siz delilleriyle hakkı anlatacaksınız, Allah c.c. onların kalplerinde imanı açığa çıkaracak. 

   Tarih boyunca şirk toplumları peygamberlerle alay ettiler ve her hakkı hatırlatan davetçilerle de. “Onlar hiçbir peygamber gelmiyordu ki, onunla eğlenir olmasınlar.” (Hicr/11) Sizinde hakkı söylemenizde alay edilmeniz, kınanmanız, fitneci görülmeniz normaldir. Peygamberler Rablerinin emrettiği şekilde, onun rızası doğrultusunda ve karşılığını ondan bekleyerek yapmışlardır. Dolayısıyla yapılan davette usulsüzlük, sizin davet şeklinizde mi, yoksa davet ettiğiniz inanmamakta inatçı mı? Davette bilgisizce ve usulsüzce yapılan nice hataların sonucu, yıllarca düzeltilememektedir. Müşriklerin inadı, inananlarla alayları kendilerinedir. Sizin davet hatanızla inatlaşıp batılda kalmasınlar. Tarih boyunca tüm peygamberler ve şirk toplumu içinde tüm davetçiler önce tevhidi, yani Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birlemeye çağırmışlardır. Rabbimiz kitabında isim ve sıfatlarıyla nasıl birlenileceğini bildirmiştir. Davetçi bunu bilip birlemeye önce en yakınlarında peygamberler gibi davet edecektir. Davetçi çok konuşmak yerine, muhatabının anlayacağı ve dinlediği kadar anlatacaktır. Ne anlattığınız muhatabın anladığı kadardır. Rasulullah (s.a.s.) “İstisnasız tüm peygamberler insanların anlayacakları kadar anlatmakla ve hak ettikleri kadar değer vermekle emrolunmuşlardır.” (Ebu Davut) Buyurur. Davetçi muhatabının anlayacağı meseleleri ve anlayacakları şekilde anlatmalıdır.  

   Tarih boyunca müşrik ve kâfir bakışı aynıdır. Size farklı muamele ediyorlarsa problem onlarda değil, siz kendinizde arayın. Tarih boyunca şirki savunan ve koruyanlar, peygamberler dahil iman edenlerden asla razı olmamıştır. Çünkü onların şirk ve küfürlerini sürekli ortaya koymuşlardır. Davetçi kişinin makamına, zenginliğine, bedensel görünümüne bakmadan muamele eder. “Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam ona dua edenleri, fakirlerle bir arada bulunmak istemeyen müşriklerin arzusuna uyarak yanından kovma. …” (En’am/52) Rasulullah’ın (s.a.s.) herkesi kazanma isteği ağır basıyordu. İstiyordu ki, sözü geçen ve güçlü olanlarda bu dinin içinde olsunlar. Tirmizi’de geçen hadiste Rasulullah (s.a.s.) “Allah’ım bu dini iki Ömer’den birisiyle kuvvetlendir.” diye dua etmesi, İslam’ın güçlü insanlarla desteklenmesi için dua edilebileceğini gösterir.  

   Davetçinin yolu peygamberlerin yolu, bakışı da aynı olmalıdır.

   “O peygamberler Allah’ın hidayetine eriştirdiği kimselerdir. Sen onların yolundan yürü. De ki, sizi bu tevhide çağırmama karşılık sizden bir ücret istemem. O Kur’an ancak alemler için bir öğüttür. “En’am/90) Önce davetçi hakka tabi olacak, sonra davet edecek. Yani itaat ettiği, hayatını teslim ettiği yolu tavsiye edecek. Asır suresi bu hakikati ortaya koyar. Kurtuluşa davet eden davetçi önce iman edecek. Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birleyecek. Kur’andan başka itaat edilecek hayat programı kabul etmeyerek hâkimiyeti sadece Allah’a verecek. Peygamberden başka örnek ve önder kabul etmeyecektir. Bu imanını şahidi olarak şirksiz, haramsız, bid’a ve hurafesiz, riyasız, kibirsiz, gıybetsiz ameller işleyerek hayatını sâlih amellere dönüştürecek. Sonra iman ve salih amellere dönüştürdüğü hayatını hak olarak insanlara tavsiye edecektir. Sabırla mü’min ve müslüman kalacak ve bu sabrı tavsiye edecektir. Tavsiye sizin yaptıklarınızdır. İyiliği emredip, kendinizi unuttuklarınız değil. Yapıp da tavsiye etmektir. Asır suresini okuyan, ben iman ve sâlih amel üzere bir hayat içindeyim, size de böyle bir hayatı tavsiye ediyorum demiş olur. Asır suresi önce kişinin kendisine, sonra tavsiye. Önce kendi vahye tabi olacak, sonra tavsiye edecek. “Rabbinden sana vahyolunana tabi ol. Ondan başka ilah yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.” (En’am/106) Hükmeden, vahyedip hayatı düzenleyen Rabdir. Rab olarak hâkimiyette kimse ona ortak olamaz, bu şirktir. Vahye tabi olan, itaat edip hayatını vahiyle düzenleyen, o vahyi gönderen Allah’ı ilah kabul etmiştir. Allah’ın Rab ve ilahlığını siyasilere ve din adamlarına veren müşriklerden yüz çevir diye emredilir.

   Davetçinin hedefi asıl Allah’ın rızası ve sonsuz cennet olmalıdır. “Sakın o kâfirlerden bir kısmına verip de zevklendirdiğimiz şeye gözlerini dikip de rağbetle bakma ve onların iman etmeyişlerine üzülme. Mü’minlere rahmet kanadını indir.” (Hicr/88) İnsan dünyaya meyilli, bir başkasının elinde olanları görür, heveslenir ve arzu duyabilir. Haset ve hırsla bakmamak gerekir. Kâfir ve müşriklere verilenlere göz dikmemek gerekir. Çünkü bu nimetleri onlara takdir edip veren Rabbimizdir. Kâfir ve müşriklerin dışlama ve reddetmelerine üzülüp kızmak yerine, hak da olanlarla beraber yaşamak gerekir. Davetçi, yıllarca davet ettiği toplumda bir tane mü’min erkek olmayan h.z. Lut’u düşünüp etrafında nice mü’minlerin kıymetini bilmelidir. 

   Müşriklerin hakkı hatırlatan davetçilere kızmalarına, dışlamalarına sebep olan şey çoğunlukla davetin gereği gibi yapılmamasıdır. “Müşriklerin Allah’dan başka itaat ettikleri şeylere sövmeyin ki, onlar cehaletle haddi aşarak Allah’a sövmesin. Her ümmete böylece amellerini süslemişizdir. …” (En’am/108) Hakkı belirleyen ve nasıl davet edileceğinin ölçüsünü koyan Rabbimizdir. Davet Allah adına olmalı ve onun rızası aranmalıdır. Onun takdirinden başkası olmayacağından, gerek davette, gerekse normal zamanda insanların değer verdikleri, sevdikleri, övdükleri siyasi, dini lider ve atalarını küçümsemek, kınamak, yüzlerine kâfir ve müşrik demek hakarettir, aşağılamadır. Sizin bunu yapmanız, onları daha da savunmalarına, desteklemelerine sebep olacak ve sizin hak olarak yaşadığınız islama saldırmakla da Allah’ın dinine zulmedeceklerdir. Sizin üzerinizdeki islama söz edilmesi Allah’a yapılmış demektir. Siz usulsüz davet yapsanız da aslında hakkı söylüyorsunuz, oysa onlar cahillikle ayete, islamın emrine karşı çıkmaktadırlar. Buda Allah’a yapılan hakarettir. Siz bu kin ve isyanın müsebbibi olmayın emredilir. Onların batılda inatla kalmak istemelerinden dolayı, Allah c.c. onlara şirk amellerini yaşadıkları yolda süslemiştir.

   Davetçi koruyucu, gözetleyici, yani insanlar üzerine bekçi kılınmamıştır.

    “Kim peygambere itaat ederse muhakkak ki Allah’a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse, seni onlara koruyucu ve gözetleyici göndermedik.” (Nisa/80) Bugün dünya insanı bir avuç güç ve iktidar sahiplerinin fikir ve yasalarına itaat ederler. Kim hayatın tüm alanlarında iman, ahlak, muamelat olan siyasi, hukuki, eğitim, ticaret gibi ve ibadetlerde Rasulullah’a itaat ederse Allah’a itaat etmiştir. Allah’a ve Rasulüne itaatten yüz çevirip hâkimiyeti kendilerinde gören, Allah’ın iradesinden yüz çevirenlere karşı sen koruyucu, gözetleyici değilsin. Herkesin başında bekçi kılınıp düzeltmek zorunluluğun yoktur. Hakka tabi olmayan, Allah’a ve Rasulüne tüm hatırlatmalara rağmen itaat etmiyorlarsa hiçbir davetçi onlar üzerine bekçi, gözetleyici değildir. Davetçi hatırlatan ve uyarandır. Davetçilerde bekçi ve gözetletici gibi de davranmamalıdır. Herkes yaptığının karşılığını Rabbi karşısında görecektir. Koruduğuna ve gözetlediğine inanılan nice siyasiler, veli ve gavslar. Kendilerinde güç gördüklerine itaat yaparlar. Hakka, hayatın her alanında tam olarak tabi olma, itaat etme bunlar için zordur. Bulundukları yerden ve konumdan razı ve böyle yaşamakla kurtulacaklarına inanırlar. Davet almak isteyene, davetçi kimsenin bekçisi değildir.

   Davet almak isteyene, fakat davet edenlerinde dikkat etmesi gereken, şâhid olduklarıdır. “Onun için sen emrolunduğun şekilde, beraberinde tevbe edenlerle dosdoğru hareket et. Aşırı gitmeyin. Çünkü Allah yaptıklarınızın hepsini kemaliyle görücüdür.” (Hud/112) Ferdi, aile ve cemaat olarak hakkın yaşayan şâihidleri olmak emredilir. İslamı emredildiği gibi dosdoğru yaşamak zordur, birde sizi görenlerden sorumlu olmanız vardır. Emrolunduğu gibi davet yapmayan, yaşamayan, aşırı gitmiş, tuğyan etmiştir. Mü’minler, özellikle davetçiler davetlerinin ve amellerinin Rableri tarafından görüldüğünün farkında olmalıdırlar. Davet ettim, yaşadım oldu bakışı, Rasulullah’ı ve ashabını örnek alan mü’min davetçilerin yapacağı iş ve bakış değildir.      

   Daveti almak istemeyene verilecek en güzel hal, sabırdır. 

   “Sabret, çünkü Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.” (Hud/115) Sabra ecir vardır. Davetinizde kınama, kızma, itiraz varsa ve kabul edilmediyse, dışlanan siz değil Allah’ın iradesi, emri olan kitabıdır. Kızmanıza gerek yok, çünkü yaptığınızın ve söylediklerinizin hiçbir zayi edilmeyecek, sonsuz ahiret karşılığı olacaktır. Kişi isteyecek, Hâdi olan Allah c.c. onun kalbini ısındıracak, hidayet yolu var edecektir. Bu belki sizin sonraki davetinizle gerçekleşecektir. Siz sadece vesile olmaya bakın. Bir kişinin hidayetine vesile olma çabasında olunmalıdır. Rasulullah (s.a.s.) “Senin vesilenle bir kişinin hidayet bulması güneşin üzerine doğduğu her şeyden hayırlıdır.” “Kızıl develerden hayırlıdır” “Dünya ve içindekilerden hayırlıdır” buyurmuştur.  

   Davet yakından uzağa herkese aynı olmayacaktır. “Şimdi sen emrolunduğun şeyi kafalar çatlatırcasına bildir ve müşriklerden yüz çevir.” (Hicr/94) Senin işin emrolunduğun hakkı sürekli, bıkmadan, kızmadan sabırla batılda olan herkesi hakkı kabule, itaat etmeye davettir. Mü’minlere ise nasihat ve hatırlatmadan ibarettir. Sözünün geçtiği, en yakınların olanlara ise, kafalar çatlatırcasına usanmadan davet et. Onların kınamalarında yılmadan, kızmadan h.z. Nuh gibi hanımına ve oğluna, h.z. İbrahim gibi babasına, Rasulullah’ın (s.a.s.) amcasına yaptıkları davette sabır ve süreklilik gibi. Onlara uymaktan yüz çevirerek sürekli davet yapmak gerekir. Bizim davette boş bıraktığımız alanları ve kişileri, birileri kendi batıl yollarıyla, şirk bakışlarıyla, bid’a ve hurafeleriyle dolduracaktır. Siz sonra birde onları düzeltmek zorunda kalacaksınız.

   Daveti almak istemeyene yapılacak usul. 

   “Ey Rasulüm, insanları Kur’anla güzel söz ve nasihatle Rabbinin yoluna davet et. Onlara karşı en güzel bir şekilde mücadele yap. …” (Nahl/125) Dinin ölçüsü belirlendiği gibi, nasıl davet edileceği de belirlenmiştir. Güzel sözle nasihat ve Rabbin yoluna, onun hâkimiyetine itaate davet etmek gerekir. H.z. Nuh’un oğluna “ Ey oğulcuğum, kâfirlerle beraber olma” davetindeki güzel tavrı gibi. Tartışılacaksa hak ortaya çıksın için, güzel bir mücadeleyle yap tavsiyesi. İmam gazali, hiçbir tartışma kazanılmaz demiştir. Sen kazanırsan muhatabını kaybedersin, o kazanırsa zaten kaybetmişsindir der. Hidayet Allah katından ve kişi isterse ulaşacaksa, senin tartışmana ne gerek var. İyiliği emredip, kötülükten sakındırma davetçinin işidir. Her insanın hakkı kabul etme ve etmeme hakkı vardır. Akıl ve irade verilen insana bu hak verilmiştir. Hakkı kabulde zorlama yoktur.      

   Hakka davet edenin dışlanması onu üzebilir. Onların inkar ve karşı çıkmaları davetçiye değil, Allah’ın ayetlerinedir. Bunu davetçide, anlatılanda bilmelidir. “Onların söylediklerinin seni gerçekten üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inatla inkar ediyorlar.” (En’am/33) Tarih boyunca her şirk ve küfür toplumu, kendi batıl yolları, şirkleri ortaya çıktı diye hakka karşı çıkıp tavır almışlardır. Dokuz yüz elli yıl inatla Nuh kavmi Allah’ın ayetlerini yalanlamışlardır. Hâkimiyeti kendilerinde görüp, Allah’ın iradesine değil, kendi iradelerine göre yaşamışlardır. Allah’ın hâkimiyeti üzerine kendi hâkimiyetlerini geçirmekle de hakkın üzerini örtüp küfretmişler, kâfir olmuşlardır. Mekke şirk toplumu da aynı bakışla, kendi hataları ortaya çıktı diye hakka düşman kesilmişlerdir. Her şirk ve küfür içinde olan toplumların hakka yaptıkları düşmanlıkları, davet eden peygamberlere ve tüm davetçilere değil, Allah’ın ayetlerinedir. Allah’ın hükmü olan ayetlerin yerine, kendi yasalarını, fikirlerini, düşünce ve zanlarını geçirenler, hakkın üzerini örtmekle küfretmiş, yalanlamışlardır. Rasulullah (s.a.s.) on üç yıl Mekke de kınandı, dışlandı, inatla yalanlandı, inanmamaları onu üzmüştü. Kıyamet günü onların hatalarına pişman olacaklarını biliyordu. En yakınlarınıza üzülseniz de, hidayet ancak almak isteyenedir.

   Davetçi zorba değil, sadece hatırlatıcıdır. Hâdi olanın sadece Allah olduğunu bilmelidir.

    “Artık sen nasihat et. Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen onlar üzerine bir zorlayıcı değilsin.” (Gaşiye/21-22) Her yolun bir itaat edilen ilahı, itaat edenleri ve birbirlerine yardım ederek sevenleri vardır. Davetçinin tüm işi nasihat ve hakkı kabul ve itaate davettir. Sen ancak öğüt vericisin emri, tüm davetçileredir. Kimse muhatabına hakkı kabulde zorlayıcı değildir. Hâdi olan sadece Rabbimizdir. O kullarını hakkı kabul konusunda zorlamıyorsa, davetçinin zorlama hakkı yoktur. Her insanın sevme özgürlüğü, itaat etme tercihi, sığınıp yardım isteme de veli edinme hakkı vardır. Akıl ve irade verilen insan velayeti, ya Allah’a yapacak ya da siyasi ve din adamlarına. “… Muhakkak ki zâlimler birbirlerinin velileridir. Allah ise takva sahiplerinin velisidir.” (Casiye/19) Hâkimiyeti Allah’a verip, ona sığınan, yardım isteyen, koruyup gözetleyen kabul eden takva sahipleri ancak Allah’ı veli edinirler.          

   Rasulullah’ın (s.a.s.) davette gösterdiği hassasiyeti ve kendini zorlaması. “Bu söze (Kur’an) inanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin.” (Kehf/6) yine “Eğer onların hak dinden yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, yerin dibine inebilecek bir kanal veya göğe çıkacak bir merdiven arayıp da onlara başka bir mucize getirmeye gücün yettiği takdirde hiç durma. Allah dilemiş olsaydı muhakkak onları hidayet üzerinde toplardı. O halde sen bunu bilmeyenlerden olma.” (En’am/35) Kur’ana itaat etmemeleri, Allah’ın ayetleri yerine siyasilerin ve din adamlarının söz ve fikirlerine itaat etmeleri davetçiyi üzebilir. Her davet ettiğinin hemen kabul etmesini isteyebilir. Bu hassasiyet hakka davet eden ve karşılığını Allah’dan bekleyen her davetçide olabilir. Kur’anın ölçüsü, tarihi örneklikleri sana yetmiyorsa, inkarları ve haktan yüz çevirmeleri de sana ağır geliyorsa, onları ikna konusunda yerden ve gökten deliller, mucizeler getir, eğer, senin anlatmanla hidayet de olacaklarsa. Oysa Rabbimiz dilerse onların hepsine hidayete erdireceğini bildirerek, sen sadece davetini yap buyuruyor. Her davetçiye Rabbimiz, hidayetin sadece Allah’dan olduğunu ve senin ise sadece davetle sorumlu olduğunu bilmeyenlerden olma diye emreder. Davetçiye Rabbimiz, sınırının nereye kadar olduğunu bildirmektedir. Siz almak istemeyene asla veremezsiniz.

   Davetçi fayda ve zarar verme gücüne sahip değildir. Sadece hatırlatıcıdır. 

   “De ki, ben size kendiliğimden ne bir zarar, ne de bir fayda yapma kudretine sahip değilim.” (Cin/21) Tüm fayda ve zararların sadece Rabbimize ait olduğunu, önce davet eden bilecektir. Allah c.c. dilemese onun daveti ne fayda ne de zarar verebilir. Davet edilende bilecek ki, kabul etmedikçe ve hakka mutlak olarak ve şartsız itaat etmedikçe davetten fayda bulamayacaktır. Hakta ve batılda olmasının kendi tercihiyle olduğunu bilecektir. Davetçiye kızması, kınaması kendi zararını artıracaktır. Peygamberin fayda ve zarar veremem dediği bir yerde, nice sığınıp gözeten bildikleri veli, yardım istedikleri gavs ve kainatta tasarruf hakları olduğuna inandıkları kutupların kendilerine tabi olanlara fayda ve zarar verdiklerine, islam adına inanılmaktadır. Böyle düşünlere “deki” emriyle, fayda ve zarar sadece Allah’a aittir denilmesi emredilir. 

   İnsanları kurtuluşa davet eden davetçinin de kurtarıcısı ve sığındığı sadece Allah’dır. Davetçi bu bakışta olmalıdır. “De ki, doğrusu beni Allah’dan kimse kurtaramaz. Ve ondan başka bir sığınak da asla bulamam.” (Cin/22) Davetçide, davet edilende mutlak yaratıcılarına ve onun Rahman oluşuna, yöneten Rab oluşuna, itaat edilen İlah oluşuna, Rezzak oluşuna, Malik ve Melik oluşuna, sığınılıp yardım istenilen Veli ve güvenilen Vekil oluşuna, yani tüm isim ve sıfatlarına muhtaçtır. Sonuç olarak “Mü’minlere nasihat et, öğüt ve nasihat onlara fayda verir.” (Zâriyât/55) ayeti gereği nasihat inananlara yapılırken, hakkı kabul ve itaate davet etmek genel insanlara yapılacaktır. Dolayısıyla davet ayırım yapmaksızın herkese yapılacak, hidayet ise sadece isteyenlere ulaşacaktır.