Tevekkül: Hayatın tüm alanlarında Allah’a güvenmektir. Vekil kökünden türemiştir. Vekil; birinin işini üstüne almak, birine güvence vermek, birine işini havale etmek ve ona güvenmektir. Vekil; güvenilen, tevekkül; güvenmek, mütevekkil de güvenen kişidir. Asıl soru ise Tevekkülünüz Kime?

        İman, güvenmek, güvenmek de tevekküldür. Güvendiğine hayatının sevk ve idâresini, yönetimini, karar verme işini kayıtsız ve şartsız teslim etmektir. Kadere iman, Allah’a tevekküldür. Allah’ın takdiri olan kadere güvenemeyenler, kendilerince dünyalık tedbirler almaya çalışırlar. Oysa tevekkül gücünüz kadar mücadele edip, takdire rıza göstererek yaratıcıya güvenmektir.

Tevekkül Nedir?

       Tevekkül; yaratılan tüm canlılardan ve oluşturulan her makam ve değerlerden ümit kesmek, yüz çevirmek ve sadece Allah’a yönelmektir. Tevekkül etmek, birine veya bir şeye, insanın muhtaç olduğunun göstergesidir. Tevekkül; birine güvenme, sığınma ve ondan yardım beklemektir. O da velisidir. Bu kişinin tek başına kendisine yetmeyeceğinin göstergesidir. Allah’a güvenmesi gerekirken, kendisi gibi âciz ve muhtaç olan yaratılanlara güvenmesi akıl ve irâde sahibi olan insan için büyük bir zillettir.

Bütün peygamberler bu mânada sadece Allah’a güvenip yönelmişlerdir. “De ki: Ben size bir zarar veya iyilik yapmaya güç yetiremem.” (Cin, 72/21) Yine “De ki: Ben Allah’ın dilemesinden başka kendim için bir zarar veya fayda vermeye güç yetiremem.” (Yûnus, 10/49) Yine “Allah sana bir zarar dokundurursa onu senden kaldıracak ancak O’dur. Sana bir iyilik de dilerse lütfunu geri çevirecek kimse yoktur…” (Yûnus, 10/107) Gibi nice âyetler peygamberlerin bile tek başlarına kendilerine yetemeyeceklerini, Allah’ın dilemesi dışında fayda veya zarar, kendilerine ve etraflarına veremeyeceklerini bildirir. Dolayısıyla da kadere kim iman ediyorsa güvenilip teslim olunacak, itaat edilecek, bel bağlanılıp ümitvar olunacak, yani tevekkül edilecek merciin sadece Allah olduğunu kabul etmiştir. İnsanın bel bağlayıp ümitvar olduğu, kendisi için vazgeçilmez olandır. İnsanın vazgeçemediği de onun ilâhıdır. İlâh, vazgeçilmez olup her emri yerine getirilip, boyun eğilerek itaat edilendir.

       Dünya ve âhireti için tevekkül eden kişi, kendini ya Allah’a ya da siyaset ve din adamlarına teslim eder, rızkını ve işlerini onlara güvenerek kefil kılar ve sadece onlara güvenir. İnsan, tanıdığına güvenir, ona sığınır, onu över ve itaat eder. İbnTeymiye, “Tevekkül, kalbin Allah’a güvenmesidir” der. Râzî de “Tevekkül razı olmaktır” der. Dünya hayatında size her ne takdir edilmişse ondan razı olmanız, Allah’a olan tevekkülünüzdür. Tevekkül kırk âyette, mütevekkil (güvenen) ise dört âyette geçmektedir.

Peygamberler Kimlere Kefil Olmaz?

Peygamber’in, inkârcılar ve müşriklere güvence verip kefil olamayacağı, onlardan sorumlu tutulmayacağı âyetlerde bildirilir. Dolayısıyla, ne bel bağlanılan siyasiler, ne de veli ve gavs edinilen hiçbir kişi bir başkasına ne dünyada ne de âhirette güvenilecek vekil ve garanti veren kefil olamaz. Takva, kalp de bir derece olduğu gibi, inananlar arasında tevekkülün de kalbi olarak dereceleri vardır. Tevekkül, Allah’ın takdiri olan kadere güvenip razı olmaktır. Bu hal her kişinin kalbinde farklı değerde olacaktır. 

       Gassal önünde ölü gibi olmak düşüncesi tarikatlarda bir kuraldır. Veli, gavs ve kutub diye isimlendirilen kişilerin önünde ölü gibi olup, ne emrederlerse yerine getirmek gereklidir, derler. Allah’ın âyetlerini sorgulayanlar, yüzlerce âyetini bugüne almayan ve anlatmayanlar, anlatanları kınayanlar, nice âyetleri bu zamanda yeterli görmeyenler, üstünü örtenler, tâbi oldukları din adamlarının hiçbir söz ve amelini sorgulamazlar, sorgulayamazlar. Akıl ve irâde verilip, inanma ve inanmama hakkı verilen insanın ölü gibi olmasını istemek, insana yapılacak çok büyük bir zulüm ve haksızlıktır. Bunu İslâm adına yapmak da daha büyük bir zulümdür. Bu bakışla yetiştirilen insanlar Allah’a değil de din adamlarına ve siyasîlere mutlak tevekkül edip, güvendirilirler. Elbetteki hak üzere olan, hak hâkim olsun için mücâdele edenler bunlardan müstesnadır. 

Tevekkülünüz Kime?

       İnsan, birine güvenip dünya hayatını ve âhiretini teslim ederek tevekkül edecekse, güvendiği mercii de her şeyi yapabilecek kudret, istediğini istediği zaman yapabilecek irâde, her şeyi bilebilecek ilim gibi birçok sıfat onda olmalıdır. Fakat insanlar bu vasıfları Allah’tan başkasına verirler. Sonrasında da güvenip dünya ve âhiret hayatlarını onlara teslim ederler. Sorulduğunda da Allah dilerse olmaz mı, derler. Oysa Rabbimiz âyetlerinde bunu onlara vermediğini bildirir.  Peygamberlere dahi verilmeyen bu vasıfların nasıl din adamlarına verildiği iddia edilebilir. Bu bakış ve sapmalar binlerce yıldır haktan uzaklaşan toplumlar tarafından yapılmaktadır. Yahudi, Hristiyan, Hindu, Budist gibi nice inanç sahipleri, din adamlarına Allah’ın sıfatlarını verip onlardan beklenti içine girmişlerdir.

       Tevekkül; kişinin gücünün dışında kalan her işi Allah’a havale etmesidir. Gücü kadar çaba harcayıp işin sonucunu Allah’a bırakmasıdır. Çünkü O’nun takdirinden başkası olmaz. Kul istese ve gayret etse de. Aslında Allah’a yapılan tevekkül, insanın her alanda haddini ve sınırını bildiğini gösterir. Allah’a güvenip tevekkül etmeyen inancında ve hayatında her şeyi insana, yaratılanlara ve kendine bağlar. Tevekkül eden, kadere iman eder, rıza gösterir, dua eder, şükür ve hamd eder. Kazandığını Allah’a bağlar, irâdesinin sınırının olduğunu bilir ve teslimiyet gösterir. Birçok âyette“Mü’minler sadece Allah’a tevekkül etsinler” diye bildirilir. Zaten Allah’a gerçek tevekkül edenler de sadece mü’minlerdir.

Peygamber (s.a.v)’in Tevekkülü

Rasûlullah (s.a.s) Medine’ye hicret ederken farklı yol kullandı, rehber edindi, mağaraya sığınarak tedbir aldı ve sonrasında Allah’a tevekkül etti. Mağaradayken Hz. Ebu Bekir’e “Üçüncüsü Allah olan iki kişi hakkında ne düşünüyorsun?” buyurarak sadece Allah’a tevekkül ettiğini, onunda tevekkül etmesi gerektiğini söyledi. Tevekkül; sizin tüm çaba ve gayretinizi gösterip, tedbirinizi alıp, sonrasında o işinizi güvenerek sadece Allah’a havale etmenizdir. Uhud’da savaşmadan önce tedbir alıp elli okçuyu yerleştirdi, orduyu en uygun yere koydu, çift zırh giydi ve sonrasında Allah’a tevekkül edip, güvenip dayandı. Her mü’min de, yaptığı işte, gücü kadar mücadele edip, sonrasında tevekkül edecektir. Eliyle, diliyle ve kalbiyle yapması gerekenleri vakti geldiği zaman ortaya koyacak, sonrasında tevekkül edecektir. Eliyle ve diliyle zulmü ortadan kaldırması gerekenler sadece buğzediyorlarsa, oturup beklemeleri tevekkül değildir. İsrâiloğulları’nın, Hz. Musa’ya “Sen git Rabbinle savaş” dedikleri gibi aynı tavrı ortaya koymuş olurlar.

       İnsanlar zayıf, eksik ve bir başkasına muhtaç iken akıl ve irâdelerine, makam ve maddiyatlarına, aşiretlerine, arkalarındaki siyasî güçlere güvenip her şeyi yapacaklarını ve güvende olduklarını düşünürler, ya da dünyada siyaset ve din adına güvendiklerine bel bağlarlar. Ancak onlardan ümitleri kesilince zoraki veya darda kalınca Allah’a yönelirler. Bu bakış tevekkül değil, zorda kalınca Allah’a sığınmadır. Bu durum kâfir, müşrik ve münâfıkların bir vasfıdır.

Müslüman Allah’a (c.c) Tevekkül Edendir! Tevekkülünüz Kime?

       Her inanç sahibinin dünden bugüne bel bağladığı, sığınıp yardım istediği, güvenip hayatını teslim edip tevekkül ettiği, peygamberler, din adamları, siyasîler, makam ve rütbe sahipleri, maddi imkânlar gibi nice unsurlar vardır. Oysa Allah’a inanan insan için kader bakışı önemlidir. Çünkü kader Allah’ın bir kula dünya hayatı için takdir ettiği her şeydir. Kadere inanan, Allah’ın takdirinden başkasının olmayacağını kabul etmiş demektir. “De ki: Allah’ın takdir ettiğinden başkası başımıza gelmez…” (Tevbe, 9/51) ve Rasûlullah (s.a.s.) buyurduğu; “Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım isteyeceksen Allah’tan iste. Bütün insanlar toplanıp sana bir iyilik isteseler, Allah’ın senin için istediği iyilikten başka iyilik yapamazlar. Yine bütün insanlar toplanıp sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin için yazdığı zararı verebilirler.”[1]gibi nice hükümler bir kula, Allah’ın takdirinden başkasının olmayacağını bildirir. Bunu bilende zaten mutlak ve sadece Allah’a güvenip O’nu vekil kılarak tevekkül eder. Yani hayatının her alanını O’na teslim eder. O’nunla hüküm yarıştırmaz ve yarıştıranlarla beraber olmaz.

“…Ben Allah’a karşı size herhangi bir fayda sağlayamam. Çünkü hüküm sadece Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de O’na tevekkül etsinler, dedi.” (Yûsuf, 12/67)

       Hz. Yakub çocuklarına, “Ben Allah’ın takdirine karşı size güvence veremem ve fayda sağlayamam” demiştir. “Sizin güvenip hayatınızı teslim edeceğiniz vekiliniz olamam” dediği bir yerde niceleri, dünyada ve âhirette şefaat edip yardım edeceğini söylemektedirler. Yani “Bana tevekkül edin, güvenip bana dayanın” demektedirler. Hz. Yakub, çocuklarını şehre gönderirken farklı kapılardan girmelerini ve insanlardan gelebilecek sıkıntılara karşı tedbir almalarını ister. Bu tedbiri alıp sonrasında yapılan da tevekküldür.

Hakimiyyet Konusunda Allah’a (c.c) Tevekkül

Hz. Yakub, insan hayatına hükmedip yönetmede hüküm ve hâkimiyet sadece Allah’a aittir diyerek, çocuklarına sadece Allah’a tevekkül edip, O’na güvenmelerini, O’nun takdirinden başkasının olmayacağını bildirmiştir. “Babamız peygamber diye bana güvenmeyin, tevekkül edip güvenecekseniz, bunu sadece Allah Teâlâ’ya yapın” demiştir. “Bir peygamber olarak ben sadece Allah’a güvenip tevekkül ettim, kim de birine güvenecekse, doğrusu güvenmek zorunda ise, birine bel bağlayacaksa, hayatı için vazgeçilmez kabul edecekse, tevekkülü sadece Allah Teâlâ’ya yapsın” demiştir. Hz. Yakub.

Bugün de her davetçi, Allah Teâlâ’ya güvenip tevekkül edeceği gibi, her insana da yalnız O’na tevekkül etmelerini tavsiye etmelidir. Toplum Allah’ı gereği gibi tanıyamadığından O’ndan başka güvenip tevekkül edecekleri güçler ararlar. Siyasî vekillerine, veli ve din adamlarına, makamlara, maddiyatlara, akıllarına, bedensel güçlerine, zekâlarına gibi nice güvendikleri şeyler vardır. Oysa tüm bunları onlara bahşeden Allah’a tevekkül edemezler. Bu ciddi bir bakış sorunudur. Kime ve neye güveneceğini tam bilememe sorunudur.

“Eğer Allah size yardım dilerse artık size galip gelecek yoktur. Şayet sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edecektir? Mü’minler sadece Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmrân, 3/160)

       Siz, sadece bulunduğunuz zaman diliminde ve bulunduğunuz yerde gücünüz kadar elinizden ve dilinizden geleni yapabilirsiniz. O meselede Allah Teâlâ eğer yardım dilerse başarı ve galibiyet gelebilir. Rabbimiz, “Ben yardım etmez isem, size kim yardım edebilir?” buyurur. Eğer mü’min iseniz o zaman Allah’a tevekkül edin, yalnız O’na bel bağlayın, O’ndan beklenti içinde olun ve tevekkülünüz yalnız O’na olsun, buyrulur. İman, kabul ve güvenmektir, tevekkülde O’nu vekil kılıp güvenerek teslim olmaktır. Dolayısıyla herkesin güvenerek iman ettiği ve tevekkül ettiği merciiler vardır.

“Şüphesiz ki şeytanın iman eden ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktur.” (Nahl, 16/99)

Şeytanın Vesvesesi Karşısında Tevekkülünüz Kime?

       Şeytan, Allah’ın verdiği müsaade ile kıyamete kadar insanlar ile uğraşacak ve saptırmaya çalışacaktır. İnsanlar onu unutsalarda o sabırla saptırma mücadelesine devam edecektir. Rabbimiz, hayatın tüm alanlarında sadece Allah’a güvenip, O’nun yasalarına göre hayatlarını düzenleyen, örnek kıldığı Rasûlün hayatına itaat eden, belirlediği kadere teslim olup tevekkül edenler üzerinde şeytanın şirk ve küfre düşürmek noktasında hiçbir tesirinin olmayacağını bildirir. Allah ile hüküm ve sınır yarıştıranlar, insan hayatı üzerinde Allah’tan başka ölçü koyanlar, zaten şeytanın ordusu içinde olmuşlardır. Bunların tevekkülleri kendi irâdelerine, makamlarına, maddi imkân ve güçlerinedir.

       “Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka İlâh yoktur. O’na tevekkül ettim. O, yüce arşın Rabbidir.” (Tevbe, 9/129)

“Her peygamber gibi, siz de insanları hakka davet edin, kendinizde haktan asla ayrılmayın. Eğer itaat etmeyip yüz çevirirler ise onlara deyin ki, Allah Teâlâ güvenip tevekkül etmek  noktasında bana yeter. O’ndan başka itaat edilecek, boyun eğilip hükmü dinlenilecek, övülüp sevilecek başka ilâh yoktur. O zaman O’ndan başkasına tevekkül edilmez, bende sadece O’na tevekkül ettim” deyin.

 “Şüphesiz ben, benimde sizinde Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim…” (Hûd, 11/56)

“Âlemlerin Rabbi, yani yasa koyup tek yöneten, eğitip terbiye eden, kader belirleyip imtihan eden, aşama aşama geliştiren, benimde sizinde tek olan Rabbinizdir. İnsanlar istese de istemese de üzerlerine kader belirleyen, bedenlerine sahip ve yöneten Rableri tek Allah Teâlâ’dır. Asıl mesele, insan isteyerek O Rabbe teslim oluyor mu?” Peygamberler toplumlarına “Benim de, sizin de hayatınız üzerinde tek egemen, tek söz sahibi olan Allah’a Rab olarak güvendim ve O’na tevekkül edip hayatım üzerinde vekil kıldım” demişlerdir. Her mü’min de böyle düşünmeli ve demelidir.

Vekil Olarak Allah (c.c) Yeter!

“Göklerde ne varsa, yerde ne varsa yalnız Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisâ, 4/132)

       Rabbimiz bu âyetinde de kime güvenilip tevekkül edileceğini bildirmiştir. Yer ve göklerde her ne varsa, bunlarında sahibi kim ise ona güvenip vekil kılın, buyurur. Sınırsız gücün ve makamın sahibi ancak Allah Teâlâ’dır. Ancak böyle bir güç sahibine güvenilir, yalnız O’ndan beklenti içinde olunur, yalnız O’ndan yardım umulur. O’da insanların velisi ve mevlasıdır. Rabbimiz, “Güvenip hayatınızı teslim etmede vekil olarak ben yeterim” buyururken, dünyanın her yerindeki inanç sahibi insanlar siyasîleri ve din adamlarını dünya ve âhiretleri için vekil kılıp tevekkül ederler. Onlara güvenerek yarınları için bel bağlarlar. Bu bakış, ya Allah’ı gereği gibi isim ve sıfatlarıyla tam tanıyamamanın, ya da tam olarak güvenmemenin bir sonucudur.

       “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfâl, 8/2)

       İnanç esaslarını ancak Rabbimiz belirler. Dolayısıyla, imanın, şirkin ve küfrün ne olduğunu Rabbimiz belirler. Mü’minlerin vasıflarından bir kısmını da Rabbimiz bu âyetinde bildirmiştir. Allah’ın isim ve sıfatlarından biri anıldığında kalpleri heyecanlanır, vazifelerini ve yeryüzüne geliş amaçlarını hatırlayıp kalpleri ürperir. Herhangi bir âyet onlara okunduğunda bu âyet bana hitap ediyor bakışıyla imanlarını artırır. Yani Rablerine olan güvenlerini, tevekküllerini artırır. Güvenip dayanmada tevekkülü sadece Rablerine yaparlar. Oysa insanların çoğu, siyasî lider ve din adamlarının adları anıldığında kalpleri ürperir.

Tevekkülsüz Kalanın hâli: Yardımsız Kalmak.

Onların sözlerini dinlediklerinde, kitaplarını okuduklarında kalplerinde tesir yapar, o yola olan inançları artar. Niceleri bir din adamına ve söylediklerine, siyasîlere ve vaadlerine, bir şaire ve şiirine verdiği değer kadar Allah’a ve kitabına değer vermezler. Onları savunup korudukları kadar Allah’ın kitabını korumazlar. Oysa insanlar koymuş oldukları kuralları ve yasaları yaşamakla korumuş olurlar ve sonraki nesillere aktarırlar. İnsanlar kendi yasalarını yaşanan bir din, Allah’ın kitabını ise sadece okunan bir din haline getirmişlerdir. Yani yaşanılan, yaşanılmayanın üstüne çıkarılmış olur!

“De ki: Bize ancak Allah’ın takdir ettiği isabet eder. O, bizim mevlâmızdır. Mü’minler sadece Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe, 9/51)

       Herkes kabul eder ve der ki: “Allah’ın takdirinden başkası olmaz.” Ancak insanların hayatlarına baktığınızda, sözleriyle yaşantıları birbirine zıttır. Yalnızca mü’minler Allah’ın takdiri olan kadere güvenir. Çünkü sığınılıp yardım umulacak, bel bağlanılacak mevla sadece O’dur. Rabbimiz de âyetinde, “Benim takdirimden başkası olamayacak ise, yardım umacağınız mevlanız ve güvenip hayatınızı teslim edeceğiniz vekiliniz, tevekkül etmede Ben olayım” buyurur.

       “Göklerin ve yerin gaybı ancak Allah’a aittir. Bütün işler O’na döndürülür. O halde O’na ibadet et ve tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Hûd, 11/123)

       Tarih boyunca nice topluluklar, peygamberlerinin ve din adamlarının gayba istedikleri zaman ulaşabildiklerine inanmış ve onlara tevekkül edip yardım beklemişlerdir. Gelen yardımları ve iyilikleri onlardan bilmişlerdir. Rabbimizin Rasûllerine vahiy olarak bildirdiğinin dışında gaybı bilecek, hatta her an ve her zaman bilecek kimse yoktur. Yer ve göklerde insanın bilemeyeceği hiçbir şeyi,onların bildiği iddia edilmemelidir. Gaybî olanları Allah’tan başkası bilmiyor ise, o zaman yalnız O’na boyun eğip, O’nun emri yerine getirilerek kalben sevgi ve saygıyla O’na ibadet edilmelidir. Yalnız O’na güvenilip bel bağlanılarak tevekkül edilmelidir. Güvenilerek tevekkül kime ise, yardım ummak ve sığınmak ona olacaktır.

Tevekkülünüz Kime? Allah’a (c.c) mı? Kullara mı?

       İnsan yarınları için Allah’ı unutup her ne planlıyorsa, hesap kitap ediyorsa tevekkülü başkasına yapmıştır. Sonra da bekledikleri olmayınca güvenip bel bağladığı dağlarına karlar yağar. Aklına, zekâsına ve imkânlarına güvenen, ben bana yeterim diyenlerin sonu! Şeytanın insan üzerindeki en büyük etkisi belki de ona, Allah’ı unutturmasıdır. Allah Teâlâ unutulunca, O’nun yeri kesinlikle başkalarıyla doldurulacaktır. Mutlak olarak da onlara güvenilip tevekkül edilecektir. 

       “Onlar sabredenler ve yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir.” (Nahl, 16/42)

       Her peygamberin ve onların yolunda olan mü’minlerin yapacakları iş… Hayatın getirdikleri karşısında sabırla, sapmadan, hak üzere kalma mücadelesi vermek, sıkıntılardan çıkma gayreti göstermektir, sabır. Sadece dua ederek, elleriyle yapmaları gerekeni Allah’a havale edip kenarda beklemek sabır değil, Yahudilerin ahlâkıdır. Sabredememenin sonucunda nicelerinin ve nice toplulukların ayakları kaydı ve saptılar. Sonrasında güvenmeyi siyasîlere, akıllarına, bilgilerine, maddi imkânlarına, güçlerine, din adamlarına yaptılar ve onlara bel bağlayıp, tevekkül edip güvendiler. Sonrasında da bu bakışı ve yaşantıyı ısrarla savundular. Haktan bâtıla geçenler sapmakla kalmayıp, o yolu tek hak kabul ediyorlar ve savunuyorlar. Haktan bildikleri her ne varsa, bunları bâtıl olanları, hak olarak göstermek için kullanıyorlar. Bu, bile bile bâtılda ısrar ve hakkın üstünü bâtıl ile örtmektir. Bir ömür, ısrarla ve sabırla hakta kalmak kolay değildir. Dolayısıyla da cennet kolay kazanılacak bir yer değildir. 

“Sen ölmeyen, diri olan Allah’a tevekkül et. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter.” (Furkân, 25/58)

Âyet, Rasûlullah’a (s.a.s.) ve iman ederek Allah’a tevekkül edip güvenen bütün mü’minleredir. İnsanın bel bağlayıp güveneceği, hayatını tek taraflı kayıtsız ve şartsız teslim edeceği vekil sadece Rabbimizdir. Çünkü vekil kılınana tevekkül edilerek güvenilmiş, hayatın sevk ve idâresi teslim edilmiştir. Akıl ve irâdesi olan ve kullanabilen insana düşen ölmeyen, hayatı yaratıp devamını sağlayan Allah’a güvenmesidir. Yani tevekkül Hayy ve Kayyum olana, yani hayatı yaratana ve devamlılığını sağlayana yapılır. Tevekkül edip güvenilerek vekil kılınan yüceltilmiş, övülüp yüceltildiği için de vekil kılınıp tevekkül edilmiştir.

Vekili Allah (c.c) Olanın Korkusu Yoktur!

       İnsan, tanıdığını sever, över, boyun eğip hükmünü dinleyerek itaat eder. Yalnız ona güvenir ve hayatını teslim eder. Yani vekil kılarak tevekkülü ona yapar. Bunu ya Allah’a ya da insanlara ve imkânlara yapar. Önemli olan insanın muhtaç, âciz ve zayıf olduğunu bilip, kabul etmesi ve sadece yaratanına güvenip tevekkül etmesidir. Her inanç sahibi ve topluluk bunu iddia etsede, ancak gerçek iman sahipleri bunu yapmaktadır.

       Tevekkülün meydana çıkması ve devam etmesi için insanın önce aciz, bir başkasına muhtaç, zayıf ve korkak olduğunu bilmesi ve kabul etmesi gerekir. Çünkü korkan ve zayıf olan insan sığınacak yer arar. Bu konumdaki insan, bir de imtihanlarla sürekli sınanıyorsa, mutlak olarak birine güvenip vekil kılmaya, birine boyun eğip hükmünü dinleyerek itaat etmeye, birinden yardım görmeye ve korumasına girmeye muhtaçtır. Allah’ı gerçek manada isim ve sıfatlarıyla tanımıyorsa, bu yerleri yaratılanlarla dolduracaktır. Tevekkül edip güvenerek bel bağladığı, gün gelecek onu şirke ve küfre kadar götürecektir.  Dolayısıyla tevekkül edip vekil kılmak insan için mutlak bilinmesi ve gereğinin yerine getirilmesi gereken bir durumdur. Allah’a sevgi ve saygıyla yapılmayan tevekküller, gün gelecek sevgi ve saygıyla yaratılanlara yapılacaktır. Bu da o kişinin ibadeti olacaktır. Dolayısıyla cennet, gerçekten Allah’a samimi olarak güvenen ve hayatı için vekil kılan mütevekkilin olanların olacaktır.

[1]Tirmizî.

Tevekkülünüz Kime? Yazısını okudunuz. Kur’an’ın Verdiği Mesajlar Yazısı için tıklayın.